© 2012 admin. All rights reserved.

Mardin

MARDİN 21 Haz ’12

 
MARDİN : Camide Ezan Kilisede Çan

MÖ üçüncü yüzyılda sadece kırk yıl ömür sürüp büyük ün salmış Ashoka isimli Hindistan’daki Maurya hükümdarı
kısa ömründe hanedan topraklarını süratle genişletip bugünkü Afganistan ve İran’ın bir bölümünüde topraklarına
katmıştır. Askeri ve sevk-idare konusundaki dehasını manevi dünyadaki aydınlanması ile beslemiştir ve Buddizim öğretisinin anlaşılması, yayılması konusunda çok gayret sarfetmiştir. Ashoka Sanskrit dilinde kedersiz, gamsız anlamına gelmektedir. Aydınlandıktan ve korkulardan arındıktan sonra keder ve gam kalırmı ki zaten, insanoğlu kendini tanıyıp, ‘’olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olunca’’ ve izlemeye koyulunca zaten hürriyetine kavuşup kuş misali kanatlarını açıveriyor. İnsanın aydınlanıp, bölünmüşlükten kurtularak özgürlüğe kavuşmasını
Tanrılar Okulu adlı eserinde Stefano E. D’Anna’da bence çok güzel irdeliyor.

1980 yılında Bill Drayton adında bir Amerikalı başarılı profesyonel yaşamından uzaklaşarak kendini tamamen
daha az gamlı , kederli bir dünyanın oluşmasına adıyor. ‘’Ashoka’’ adında bir vakıf kurarak dünyanın sosyal
meselelerine çözüm getiren savaşcı, cesaretli, vazgeçmeyen, ertelemeyen, üşenmeyen sosyal girimşicilerine
destek vermek üzere örgütleniyor. Bu çabalarına Türkiye’yi de katıyor ve Mardin’den Berna Yağcı’ya rastlıyor.
Daha otuzuna varmamış Berna ondokuz yaşından bugüne kadar dar gelirli mahallerde kurduğu merkezlerle Mardin’
li kadınların ekonomik güçlerini kazanarak kendi gelecekleri konusunda söz sahibi olamalarına yönelik projeler
üretiyor ve başarıyla uyguluyor. 2003 yılında kurduğu İpek Yolu Kadın Kooperatifi bünyesinde kepeğe, deri ve
saç dökülmelerine çok iyi gelmesi ile bilinen bıttım sabunu üretiliyor. Yabani fıstık bıttım Mardin’in
dağlarında yetişiyor. Çarşıda üç renk sabunla karşılaşacaksınız: yeşil, sarı ve beyaz. Yerli ve yabancı
turislerler yakınlarına hediye olarak Mardin sabunu götürmeyi ihmal etmiyorlar. Hatta 2004 yılında şehri
ziyarete geldiğinde Prens Charles’da bıttım sabunu almış. Mardin’liler şifalı bitkilere düşkünler; Cumhuriyet
Çarşısında çok sayıda aktarda çok çeşitli otlarla tanışabilirsiniz. Ninha, İkşud, Meryem Hort, Hıtmıye,
Haşışıtıl Habta, Harmel, Isfai sara sadece Mardin ve yöresinde yetişen nadide bitkilerdir.

 

Mardin şehri Mazı dağının bir yamacının güneyinde kurulmuştur ve antik dönemde Mezopotamya denilen bölgenin en
kuzey noktasını oluşturmaktadır. Mardin’den güneye, Mezopotamya ovasına baktığınızda ufuk cizgisine kadar
uzanan yeşilin ve kahverenginin tonlarından oluşan geometrik desenlerden oluşan bir sanat eseri ile
büyüleneceksiniz. Hemen kanatlarınızı takıp uçmak hevesine kapılacaksınız, taptaze havayı solurken. Belkide
ovayı bir denize benzetip yunus olup uçsuz bucaksız sulara açılmak isteyeceksiniz.Gece vakti büyülenmenin ayrı
bir boyutuna ulaşacaksınız; zifiri karanlığı aralayıp göz kırpan mücevher tanelerine parmaklarınızla uzanmak
isteyeceksiniz. Suriye’nin sınıra yakın yerleşim bölgelerinin aydınlatmaları Mardin’in estetiğine ayrı bir
anlam katıyor. Günün doğuşu ve batışınıda izleme fırsatını bulurasanız renk armonisinin yanısıra ezen sesi ile
birlikte çan seslerinin oluşturduğu müzik armonisi sizi ‘’birliğe’’ doğru alıp götürecektir. Şehri adımlarken
sizi kuçaklıyan sokaklar, mimari, taş desenler, merdivenler,camiler, kiliseler,sokak kapıları,tokmakları,
pencereler, el işçiliği eserleri zihninizi şu soruyla zorluyacaktır: Mardin , Unesco’nun Dünya Miras Listesine
ne zaman girmiştir? Maalesef daha girememiştir, ancak yerel idari ve sivil örgütler bu meseleyi ortak bir
hedef olarak tanımlayıp çalışmalarını sürdürmektedirler. Sarı kireç taşından yapılmış olan Mardin evleri üst
üste teraslar şeklinde yamaca inşa edildiklerinden dolayı hiçbir evin manzarası kapanmamaktadır. Bu şehir
dokusu 10. yy dan günümüze kadar gelmiştir. Bugün ayakta olan evlerin çoğu 18.-20. yüzyıl döneminde inşa
edilmiştir.

Nusaybin şehir merkezinin 5 km kuzeyinde yer alan Girnavuz höyüğünde yapılan kazılardan elde edilen verilere
göre Mardin MÖ 4. bin yılı sonlarından itibaren tüm Mezapotamya geleneklerinin temsil edildiği kuzeydeki en uç
bölgedir. Mardin, Mezopotamya’yı bir taraftan Anadolu’ya diğer taraftanda Doğu Karadeniz’e bağlayan yolların
kesiştiği noktada yer aldığı için pek çok devlete ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır: Kenti ilk kez MÖ. 2000
li yıllarda surla çevirmiş olan Hurriler’den sonra Saburiler, Sümerler, Akadlar, Babilliler, Hititler,
Asurlar, Urartular, Mittaniler, Aramiler,Persler, Makedonyalılar, Abgarlar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar,
Araplar, Hamdaniler, Mervaniler, Türkmenler, Artuklular, Eyyübiler, İlhanlılar, Memelüklüler, Karakoyunlular,
Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar hakimiyetleri altına almışlardır. Radar üssü olarak kullanıldığından
ziyarete kapalı olan kalenin surlarını MS 350 li yıllarda Romalılar sağlamlaştırmışlardır. ‘Zapt edilemeyen’
tanımlarla kitaplarda yer alan kaleyi Timur’da kuşatmış olmasına rağmen ele geçirememiştir. Kale içinde bugüne
ulaşmış Artuklu ve Akkoyunlu dönemlerinden üç eser yer almaktadır: Kale Cami, Hızır Cami ve bir konak. 17.
yüzyılda şehri ziyarete gelen Evliya Çelebi kalenin altında bulunan mağaralarda tahıl saklandığını ve
sarnıçlarda su toplandığını yazmıştır. Kalenin körkemi ile ilgili olarak da Çelebi şu satırları kaleme
almıştır: ‘’ Bu kale o kadar yüksektir ki, tepesindeki burçlar samanyolu gibi bulutlara erişir.. Bulutlar
kaybolmadan kalenin tepesindeki yapılar ve minareler görülmez. Gezdiğim yerlerde çok kaleler gördüm ama.
Böylesini görmedim. Bu kaleyi fethetmek her babayiğidin harcı değildir’’. Kale altındaki şehri çevreleyen bir
sur olduğuda bilinmektedir. 19. yüzyılda şehri ziyaret etmiş olan gezgin Buckingham surların uzunluğunun 4.5km
olduğunu not almıştır. Bugün surların izine ancak Savurkapı mahallesinde, Yeni Yol tarafında
rastlanabilmektedir.

Şehrin kuruluşu ile ilgili çeşitli efsaneler var ancak bir tanesi Mardinlilerin dilinde; Yunus Peygamber
dinini yayamak amacıyla Mardin bölgesine geldiği zaman halk kendisine: ‘’Bize bir mucize gösterde sana
inanalım. Buradaki dağda azgın bir ejder yaşar, onu öldür. Bizi beladan kurtar sana inanalım’’ derler. Yunus
Peygamber kılıçını çeker ve ejdere saldırır. Zorlu bir mücadelen sonra ejderi öldürür. O günden sonra bu dağa
‘’Yılan Dağı’’ anlamında ‘’Kuh-ı Mar’’ adı verilir. Bu dağda kurulan şehirede ‘’Mardin’’ denir. Dağdaki büyük
mağara Yunus Peygamberin sığındığı yer olarak bilinir ve halk tarafındanda ziyaret edilir. Yılan deyince akla
hemen yöre insanının hayal güçlerinde yarattıkları efsanevi bir yaratık olan Şahmeran geliyor; bir nevi ana
tanrıça gibi. Belden aşağısı yılan, belden yukarsı kadın olan , başında boynuzlar , kuyruğu yılanbaşlıklı ve
yılan başlarından oluşan ayakları bulunan bir yaratıktır. Hastaları iyileştiren, aydınlığın, bereketin ve
bilgeliğin sembolüdür. Şahraman ressamlar, bakırcılar ve yazarlar tarafından çok işlenmiştir.Çarşıda Şahraman
desenli eski-yeni bir eşyayaya rastlarsanız , kaçırmayın alın, uğur getirir!

Mardin ‘in isimleri hakkındada pek çok rivayet vardır. Şehir ilk defa MS 4. yüzyılda Romalı tarihci
Marcellinus tarafından ‘’Maride’’ olarak adlandırılmıştır. Ermeniler Merdin, Araplar Maridin, Osmanlılar
Mardin isimlerini kullanmışlardır.

Mardin yapılarının en büyüklerinden olan Kasımiye Medresesi şehrin güneybatısında yer almaktadır. Büyük bir
giriş portalına merdivenlerle çıkılır. Sarı kireç taşından ve yoğun taş süslemeli kapıdan girilince sol
tarafta cami bulunur.Tek bir avlu etrafında iki katlı mekanlarlardan oluşur. Avlunun ortasındaki havuza
bağlanan eyvanın cephesinde iki küçük duvar nişi arasında çeşme vardır. Küçük ders odacıklarının kapılarının
üzerinde verilen dersi simgeleyen süslemeler vardır. Yapının tarihini verebilecek hiçbir kitabe
bulunmamaktadır. Fransız sanat tarihçisi Albert Babriel’in ileri sürdüğü ve benimsenmiş olan görüşe göre
medrese Artuklu hakimiyetinin sonlarında Sultan İsa devrinde Zinciriye Medresesi’nin yapımından hemen sonra
muhtemelen aynı mimar tarafından başlanmıştır. Timur istilası ve Akkoyunlu baskısının getirdiği karışık
durumdan dolayı medresenin tamamlanması Akkoyunlular tarafından gerçekleştirilmiştir. Böylece medrese
Akkoyunlu Cihangir Bey’in oğlu Kasım (1457-1502) ile anılmaktadır.

Diyarbakırkapı Mahallesinden Cumhuriyet Meydanına doğru ilerken sol tarafta dar bir yolun üzerinde bulunan
Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve Saro Kilisesi, Süryanicede Mor , Aziz anlamına gelir) Süryani cemaatinin en
çok ziyaret ettiği kilisedir. 12 adet kalın ve kemerli sütun üzerine kurulmuştur. Kilise 539 yılında Bizans
kralı Arsus tarafından yaptırılır. Kral Arsus hem kaleyi onartır hem de şehir içinde yedi kilise inşa ettirir.
12. yüzyılda Artukoğulları devrinde Süryuanilerin metropolitik merkezi olan Kırk Şehit Kilisesi ( Şehidiye
Cami olarak bilinen bina) camiye çevrilince Mor Behnam ve Sar kilisesine Kırklar Kilisesi adı verilir. Kırklar
ile ilgili öykü şöyle: 3. yüzyılda Roma İmparatorluğu Hıristiyalığı ortadan kaldırma çabaları çercevesinde
Kapadokya bölgesinde yaşayan kırk hıristiyanı işkence yaptıktan sonra buz tutmuş bir gölete donarak ölmeler
için atar. Kırk hıristiyandan biri dayanamayarak göletten çıkar. Diğer 39 hıristiyanın dayanma gücü karşısında
imana gelen bir Romalı asker kendini gölete atar ve kırk kişi birlikte donarak ölür. Bu hikayeyi resmeden
tablo kilisenin duvarında asılır.

Mardin’in alameti farikası olan Ulu Cami çarşının ortasındadır. 1176 yılında Artukoğulları Sultanı II. İlgazi
Kutbettin tarafından yaptırılmıştır. Binaya daha sonra onarım ve eklemeler yapılmıştır. Eski adı Camii
Kebir’dir.Doğu yakasındaki tek şerefeli minare küfi yazılı yazıtlarla süslenmiştir. 145 basamakla şerefeye
ulaşılabilir. Mihrabı 4 sütun üzerine yivlibir kubbeyle diğer kısımları 8 sütun üzerine düz bir dam ile
örtülüdür. Mihraptaki ve ağaç mimberdeki süslemeler çok ilginçtir. Camiinin pekçok yerinde Selçuklu döneminden
Osmanlı dönemine kadar ki zaman dilimine ait kitabeler vardır. Caminin ilk halinin Selçuklular döneminde
yapıldığı tahmin edilmektedir.İlgazi, Ulu Cami’nin doğusunda ve batısında birer minare inşa ettirir. Batı
yakasındaki minare 1400 de şehri istila eden Timurlenk tarafından yıktırılmıştır. Önceleri Selçukluların
egemenliği altında yaşayan Artuklular, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra özgün kültürlerini sergilemeye
başlamışlardır. Has stilleri ve estetik anlayışları sarı kireç taşı kullanarak yaptıkları binada hemen dikkati
çeker. Artuklu döneminde yapılan ilk avlulu medrese örnekleri Mardin’de dir. Aslında Mardin, Artukluların
medrese şehri olarak bilinir.

ŞehidiyeCamii ve Medresesi PTT’nin karşısındadır. Yapıya sokak seviyesinden oldukça aşağıda kalan, oyma ve
kabartma işçiliği çok estetik olan bir portaldan girilir. Koridordan geçilerek avluya ulaşılır. Avlunun hemen
karşısında cami yer almaktadır. Kitabelere göre medrese 13. yy başlarında yapılmıştır. Caminin orjinal
minaresi yıkılmış olup 1917 de mimar Lole Giso’ya yenisi yaptırılmıştır. İki katlı PTT binası 1890 yılımda
mimar Lole Giso tarafından inşa edilmiştir. Bir süre Palas Otel adı altında kullanılan binanın taş işçiliği
çok etkiyecidir.

Gül Mahallesinde yer alan Sıttı Radviye Medresesi günümüze kadar birçok değişiklik geçirmiştir. Günümüzde
mescit olarak kullanılan kısım medresenin ana eyvanıdır. Mihrabın yanındaki cam muhafaza içinde Hz.
Muhammed’in ayak izi bulunmaktadır. Medrese 1184 yılında Artukoğulları Sultanı Kudbeddin Ilgazi’nin annesi
Sıttı Raziye-Radviye Hatun tarafından yaptırılmıştır.

Sultan İsa(Zinciriye) Medresesi 1407 de öldürülen son Artuklu sultanı olan Sultan Melik Necmeddin İsa’nın
adını taşımaktadır. Rivayete göre iki kubbe arasına gerilmiş olan zincirden hareketle halk medreseye Zinciriye
adını yakıştırmıştır. Zincirin daha önce Ulu Cami’nin minareleri arasında asılı olduğu, minarelerden biri
yıkıldıktan sonra zincirin Sultan İsa medresesinin iki kubbesi arasına asıldığı söylenir. Geniş diktörtgen bir
alanda iki avlu etrafında, iki kat üzerine inşa edilen yapı cami, türbe ve ek mekanlardan oluşmaktadır.
Mihrabın etrafı kakma motiflerle süslenmiştir. Minmer ise kesme taştan yapılmıştır. Timur’un ordusu ile
savaşan Melik İsa esir düştükten sonra bir süre Sultan İsa Medresesinde hapsedilmiştir.

13. yüzyıl sonlarına doğru inşa edilen Muzafferiye Medresesinin bulunduğu arazi üzerine 19. yüzyıl sonlarında
okul yapılmıştır. Bugün Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan binanın kapısı taş işciliğinin muhteşem bir
örneğini oluşturmaktadır.

Medrese Mahallesinde Surur Hanı olarak bilinen yapı eski bir kervansaray olup halihazırda garaj olarak
kullanılmaktadır. Dikdörtgen bir avlu etrafında sundurmalı iki kat halinde inşa edilen binada tonozlu odalar
yer almaktadır. 18. yüzyılda yapıldığına dair görüşler vardır.

Kırmızı Kilise(Surp Kevork Kilisesi) nin yapılış yılı olarak 420 tahmin edilmektedir. Ulu Cami Mahallesinde
Köşk Kahvesi’nin yanından geçilerek ulaşılılan kilise Ermeni Katolik Cemaatine ait olup halihazırda
kullanılmamaktadır.

Savurkapı’dan Cumhuriyet Meydanı istikametinde ilerlerken Cumhuriyet Meydanına daha gelmeden sağ kolda bulunan
Şahkulu ailesine ait yapı yıkık olmasına rağmen ihtişamıyla insanı etkiliyor; mimarlığını Lole Giso’nun
yaptığı konut Floransa’da 14. yüzyılda yapılan Loggia dei Lanzi’den esinlenerek tasarlanmıştır. 1906 da
tamalanan bina üç katlıdır.

Daha önce Süryani Katolik patriklik binası olarak kullanılan yapı 2000 yılından itibaren Mardin Müzesi adı
altında ziyarete açılmıştır. Arkeolojik ve etnokrafik eserler sergilenmektedir. Girnavuz kazısından elde
edilen eserlerde bu müzede yer almaktadır. Arkeolojik bulguların tarihi MÖ 4000 yılına kadar uzanmaktadır.
Müzenin hemen yanında yer alan Meryem Ana Kilisesi Süryani katolik cemaatine aittir. Kitabesine göre 1860
yılında Antakya patriği Moran Mor Ignatiyos Semheri tarafından yaptırılmıştır.

Ülkemizin en güzel abide okullarından birini görmek istiyorsanız Gazipaşa İlköğretim okulunun yolunu hemen
tutun. 1907 yılında konut olarak mimar Yusuf Bey tarafından yapılan bina 1950 yılından itibaren okul olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Okulu gördükten sonra Hayvanlar Hanını ziyaret etmenizi öneririm. Hanın girişinde
nalburlar arka bölümünde ise nalbantlar bulunmaktadır. Süslü at ve eşeklerin oluşturduğu muhteşem görüntüler
yakalayabilirsiniz.

Son Artuklu eserlerinden biri olan Abdüllatif(Latifiye) Cami Cumhuriyet Meydanı’nın güneyinde yer almaktadır.
Caminin doğu kapısı Mardin’deki yapıların en korunmuş olanı olup iki renkli taştan yapılmıştır. 1371 yılında
Artuklu sultanlarından Abdüllatif tarafından inşa ettirilmiştir. Minaresi ise 1846 yılında Musul valisi Gürcü
Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Avluda en kıdemli taş ustalarından Abdülcelil İldoğan’ın yapmış olduğu
Mardin Camilerinin en güzel çeşmesi bulunmaktadır. Minber ve mahfil ahşap işciliğinin en güzel örneklerini
yansıtmaktadır.

Mardin’de iki ana cadde vardır. 1. Cadde olarak bilinen cadde eski Mardin’in doğu-batı ekseninde tam
ortasından, Yeni Yol adı verilen caddede ise güneyinden geçer. Bu iki cadde dışındaki ulaşım çoğunlukla
merdivenli, dar, inişli, çıkışlı yollar vasıtasıyla yapılmaktadır. Çöp ve eşyalar eşeklerle taşınmaktadır.
Belediye kadrosundaki 40 eşek çöp taşımasında kullanılmaktadır. Evlerin altından geçilmesine olanak tanıyan
tonozlu tünellere abbara denilir. En uzun abbara Savurkapı mahallesindedir. Diyarbakırkapı girişinde başlayıp,
Hükümet Konağı ve Savurkapı bölgesine kadar yaklaşık iki kilometrelik 1. Cadde 1915 yılında Bağdat Demiryolu
inşaatını yapmak amacıyla gelen şehre gelen Almanlar tarfından genişletilmiştir.

Büyük şehirlerde artık hiç gözümüze çarpmayan el işleri ve zanaatler Mardin’de art arda karşımıza çıkınca
şaşkınlığı, heyecanı ve takdiri bir anda yaşamamak elde değil. Osmanlı döneminde taş ustalığı ve mimarlık
azınlıkların ilgi duyduğu meslek gruplarındandı. Mardin’de hıristiyan cemaat azalınca taş ustalığını Midyat
civarında yaşayan Arapça konuşan , imhallami adıyla anılan aşretin mensupları devraldılar. Tarihte en iyi taş
ustalarının Mardin’de yetişmiş olduğu biliniyor. İki tip taş kullanılmaktadır: kireç ve bazalt. İkiside
yumuşaktır. Cumhuriyet Meydanının karşısındaki merdivenlerden indiğinizde canlı, enerjisi yüksek Mardin
Çarşısının içinde bulacaksınız kendinizi. Kafanızı boşaltın, anı yaşayın ve çarşıyı izlemeye koyulun. Bu
çarşıda ne ararsanız var! Baharatlar, sabunlar, kumaşlar, puşiler, terziler, kuyumcular, telkariciler,
keçeciler, demirciler, bakırcılar, kalaycılar….Halihazırda Cumhuriyet Çarşısında sadece birkaç semerci
faaliyetini sürdürmektedir. Semer yapımında malzeme olarak saman, kilim, çuval, keçi kılı, kamış, elyaflı
pamuk, bez ve keçe kullanılmaktadır. Alet olarak çeşitli kalınlıklarda ve uzunlukta büyük iğnelerden,
makastan, bıçaktan, tokmaktan ve mıkashastan yaralanılır. Basmacılık uzun zamandır tek bir aile tarafından
sürdürülmektedir. Nasra Şemmas Hindi ailesi taş, ahşap kalıplar ve kök boya kullanarak enfes kompozisyonlar
yaratmaktadır. Basmacılığın en güzel örnekleri Kırklar Kilisesinde görülebilir. Bakırcılık maalesef çok
zayıflamıştır; Mardinli ustalar şöhretlerine ibrik, çezve ve sabun kutuları ile erişmişlerdir. Ahşap
işciliğide oymalı mobilyalarla kendini kanıtlamıştır. Süryanilerin yüzyıllardır yaşattığı önemli sanatlardan
birisi olan ve Mardin’in sembolü haline gelmiş olan telkari (tel ile yapılan sanat) Mardin ve Midyat’ta
sürdürülmektedir.

Şimdi dilerseniz görmüş geçirmiş bir ünlü Mardin’liye kulak verelim. Mardin’in köklü ailelerinden birine
mensup olup çocukluk yıllarını Mardin’de yaşamış olan Murathan Mungan’ın Paranın Cinleri adlı eserinden birkaç
paragraf okuyalım: ‘’Mardin’in kimi köylerinde Yezidiler yaşar. MS II. yüzyılda Yunan yazarları Mazı Dağında
yaşayan Mardeler diye bilinen bir kavimden ve bunların şeytana taptıklarından söz eder. Mardelerin Yezidilerin
ataları olduğu söylenir.

Babamın iş gezilerinden birinde, yoldan geçerken arabanın penceresinden gördüğüm bir manzarayı yıllar bana hiç
unutturmadı. Çevresine bir daire çizilen adam etrafını kuşatan bir kalabalık tarafından sürekli taşlanıyor,
adamsa o dairenin dışına çıkamıyordu. Adamın Yezidi olduğu söylendi. Bir azınlık toplumu olduklarını, şeytana
taptıklarını, inaçlarına göre tavuskuşunun ve dairenin kutsal olduğunu, bu yüzden çizilen daire silinmeden
içindekinin dışına çıkamadığını öğrendim. Bu inancı gülünç bulanların da başka türlü görünmeyen daireler
içinde olduğunu ve bunun dışına çıkamadığını çok sonra anlayacaktım……Değişik kültürleri barındıran, değişik
dillerin konuşulduğu, değişik inançların bir arada yaşadığı o şehir, bana dünyanın çeşitliliğini, farklılığın
önemini öğretti. İlkel anlamıyla demokrasi duygusunu, kendimce böyle edindim sanıyorum. Bana farklı
zenginliklerden, birikimlerden ve emeklerden zevk almayı, yaralanmayı ordaki mozaik dokusunun sağladığını
düşünüyorum. Süryani kiliseleriyle, Artuklu camilerini aynı zamanda sevdim. Mardin’de çok eski bir mezhep olan
Şemsiler gibi güneşe, ya da Yezidiler gibi Tavus-u Azam’a tapanlarında olabileceğini, hatta olması gerektiğini
orada öğrendim.Arapça ezanın güzel örnekleriyle, Latince ilahileri eş zamanlarda dinledim.’’

Mardinlilerle sohbete koyulursanız size hemen Mardin ve yöresine ait özdeyişlerle ifadelerini daha da
anlamlandıracaklardır: Kel başa şimşir tarak; Dil yarası, bıçak yarasından daha acı verir; Allah büyük evi
küçük, küçük evi de büyük etmesin; Gülme komşuna gelir başına; Yeşeren ot taşın altında kalmaz.

Mardin’in önemli bir kültür ve ticaret merkezi olduğunu 4.yüzyıldan itibaren kaleme alınmış olan gezgin
günlüklerdende anlamak mümkündür. Günlüklerde yer alan bilgiler şehrin tarihi yapıları hakkında en önemli
kaynakları oluşturmaktadır. Prusya Kralı Friedrich V’in isteği üzerine 1760’da Doğu araştırmalarına çıkan
bilim heyetinin bir üyesi olan Carsten Niebuhr 1778’de yayınladığı kitabında Mardin’e geniş yer vermiştir: ‘’
Rakımın yüksekliği sayesinde yaz sıçaklığına tahammül edilir. Herkes, geceleri damlarda, açık havada yatar.
İlkbaharda ne kadar yağmur yağarsa o kadar ürün beklenir. Sulama suları boldur ve kentin eteklerinde, tepenin
diğer taraflarında meyve bahçeleri vardır. Mayıs’tan Eylül’e kadar hiç yağmur yağmaz.Fakat kışlar soğuktur.
Halk, soğuğa karşı kürklerle korunur. Bunun yetmediği durumlardada Doğu’nun her bölgesindeki gibi, mangalla
veya ocakta ateş yakarak ısınırlar. Kadınlarsa yine başka yörelerde görüldüğü üzere Mardin’de de altına mangal
konulmuş ve üstüne kilim örtülmüş tandırın çevresine gömülerek ısınırlar. Kentin önü ve tepenin diğer etekleri
meyve bahçeleriyle kaplıdır. Türlü meyveler, özellikle üzüm, armut, elma, fıstık ve fındık boldur. Mardin’in
erikleri ünlüdür. Söylendiğine göre her yıl bunlardan, sultanın sarayına çok miktarda gönderiliyormuş. Yabani
kiraz bolluğu şaşılacak düzeydedir ve bunların çekirdeği Halep’e ve Basra’ya, üzümlerse kurutularak her tarafa
satılmaktadır. Ayrıca şarap ve konyak , yerli Hıristiyanlardan düşük fiyatlarla temin edilebilir. Köylü tahıl
eker. Mezopotamya’nın en gür otlakları bu bölgede olduğundan etler de nefis ve ucuzdur. Kentteki tezgah ve
imalathanelerde kaliteli keten bezi ve pamuklu eşya üretilmektedir. Bir de cam fabrikası bulunmaktadır.’’

Mardin’i biraz tanıyıp büyülendikten sonra yöre yemeklerine kendinizi verip midenize bayram yaptırmayı
düşündüğünüzde hemen Cercis Murat Konağı’na gidip kendinizi ehil ellere teslim ediniz. Yemekten sonra Mardin’e
olan aşkınızı artık kolaylıkla itiraf edeceksiniz. Korkmayın bu aşk farklı, acı yok, sadece tutku var. 19.
yüzyılın sonlarına doğru konak olarak Mimar Serkis Lole tarafından inşa edilen yapıyı çok başarılı iş kadını
Ebru Baykara Mardin mutfak kültürünün sunulduğu her bakımdan çok iyi bir lokantaya dönüştürmüştür. Düzenli ve
temiz mutfağında Mardin’li hanımlar yemekleri hazırlımaktadır. Mardin Valisinin Baykara için kullandığı ifade
çok açık: ‘’ İşte Mardin’in ufkunu açan kadın’’. Size yöresel yemeklerin bir listesini sunayım, siz seçin.
Çorbalar: nohut çorbası, dövme çorbası, salçalı yarma çorbası, kışkek; kebaplar: maldum, kibbe, dodo fırkiye,
güveç, havuç türlüsü; köfteler: içli köfte (ikbebet), aya köfte, çiğköfte, mercimekli köfte, cevizli içli
köfte, kitel raha, güneş köftesi; dolmalar-sarmalar: rami dolması, patlıcan dolması, işkembe dolması, kaburga
dolması, tatlı kabak dolması, hindi dolması, kuzu dolması, güvercin dolması, ödek dolması, asma yaprağı
dolması, hatmi yaprağı sarması, dut yaprağı sarması; pilavlar: şehriyeli bulgur pilavı, mercimekli pilav,
gaşore, ıhşene, yarma pilavı, çoban pilavı, nohutlu bulgur pilavı; hamur işleri: sembusek, cevizli börek, lor
böreği, yumurtalı susamlı börek; zeytinyağlılar: kıneble, sebzeli yaprak sarması, nohut metfunesi; tatlılar:
peynir helvası, tarçınlı tatlı, harire, havuç tatlısı, zerde, hedik, ceviz tatlısı, zingil, mahlep tatlısı,
kahıyyat, ipsise, isfıre, badem kurabiyesi, hel hel, susamlı helva. Tabii şimdi mideyi hafifletmek gerekiyor,
değil mi? Çare, mırra kahvesi. Mırra ibriğe benzeyen kapaklı büyük cezvelerde hazırlanır. Koyu kavrulmuş ve
ince çekilmiş toz kahve kısık ateşte uzun süre kaynama noktasında pişirilir ve daha sonra telvesi süzülerek
kulpsuz porselen fincanda sunulur.

Mardin şehrinin civarında ziyaret edilmesi gereken birkaç önemli yer, şimdi bunlardan size bahsetmek
istiyorum. Şehrin 30 km güneydoğusunda bulunan Dara önemli ve etkileyici bir antik şehirdir. Doğu Roma
İmparatorluğuna bağlı bu büyük şehrin kuruluş tarihi MS. 500 olarak tahmin edilmektedir. Perslere karşı
imparatorluğun doğu sınırını korumak üzere Dara şehrinin kurulduğu bilinmektedir. Şehrin kuruluş yıllarında
kullanılmış olan taş ocağı şehrin hemen girişindedir. Şehrin iki katlı surlarının küçük bir bölümü günümüze
ulaşmıştır. En etkiyeci kalıntı kayaların içine oyulmuş, yanyana dizilmiş tünellerden oluşan devasa su
sarnıcıdır. Bu sarnıcın haricinde şehirde ikinci büyük bir sarnıc yöre halkının ‘’zindan’’ olarak adlandırdığı
yapıda bulunmaktadır. Bu sarnıca darca bir kapıdan girilerek yüksekce bir merdivenden inilerek ulaşılabiliyor.
Bu sarnıcda arkeolojik kazılar devam etmektedir.

Mardin’in 7 km. güneydoğusunda yer alan Deyrül Zaferan Manastırı 1233-1933 yılları arasında 700 yıl Süryani
Ortodoks Patriğinin merkez binası olarak hizmet vermiştir. Patrik 1933 de Humus kentine, 1959 da da Şam,
Suriye’ye taşınmıştır. Manastırın sarımsı renginin kullanılan harça safran katılarak elde edildiğine dair
söylentiler vardır. Binanın içinde kiliseler, kabul odaları, yatakhane, sunaklar, okul, mezarlar ve inziva
yerleri bulunmaktadır. Bugünkü manastır 4. yüzyılın sonlarına doğru MS. 3. yüzyılda Romalılar tarafından kale
olarak inşasına başlanılan yapı üzerine kurulmuştur. Manastırın altında, tavanı, taşların arasına kireç
koyulmadan sıkıştırma yöntemi ile yapılmış bulunan mağaramsı bir mekan yer almaktadır. Burada Süryanilerin
güneşe tapan atalarının manastır yapılmadan önce ibadet ettiği tahmin edilmektedir. Manastırın içinde bulunan
Mor Petrus, Meryemana ve Mor Hananyo kiliselerinin duvarlarında Bizans dönemine ait mozaikler bulunmaktadır.
Manastırda İngiltere’den getirilip 1876 yılında hizmete alınan bir matbaa vardır.

Mardin şehrinin doğusunda bulunan Midyat Asur döneminde ticari açıdan önemli bir kentti. Midyat’ın anlamı ile
ilgili birkaç öngörü var; bir görüşe göre ‘’ayna’’ diğer bir görüşe göre ‘’mağralar kenti’’, başka bir yoruma
görede ‘’kaleler’’ anlamına gelmektedir. Midyat , Mardin evlerinin mimarisine sahip taş evlerden oluşmaktadır.
Taş işciliği Midyat’ta doruk noktasına ulaşmıştır; kapı ve pencere kenarları, sütunlar ve kemerler çoğunlukla
burma, karanfil ve lale motifleri ile bezenmiştir. Evler genellikle iki katlıdır. Evlerin gölgesi
birbirlerinin üzerine düşmemektedir. Kat tavanlarının meydana getirilişinde çapraz tonozlar kullanılmıştır.
Kullanılan taşların özelliklerinden dolayı evlerin içi yazları serin kışları sıcak olur. Taş işlemeciliğinin
geleneksel ustaları Süryanilerdir. Midya’tın en ihtişamlı binası halihazırda devlet konuk evi haline
getirilmiş olan yapıdır. Telkari ve gümüş işçiliği ile ünlenmiş olan Midyat telkarciliğin beşiği olarak kabul
edilir. 8 kilise ve 2 cami bulunmaktadır. Ülkemizdeki iki Süryani Metropolitliğinden birisi, Turabdin
Metropolitliğinin merkezi olan Mor Gabriel (Deyrul Umur) Manastırı’nın Midya’ta 22 km mesafede bulunması bu
bölgeninSüryaniler için önemini ifade etmektedir. Diğer Metropolitlik İstanbul’dadır. Mor Gabriel
Manastırı’nın temelleri 397 yılında atılmıştır. Süryaniler , yörenin en eski yerleşik kavimlerden,
Aramiler’den günümüze kadar kalan bir topluluktur. Aramiler, Araplar ve Yahudiler ile aynı Sami ırkından
geliyorlar. Hıristanlığı kabul edip MS. 38’den beri İncil’e sadık kalan ilk topluluk olarak, kendilerini
putperest Aramilerden ayırmak için Suriye’li anlamında Süryani adını kullanmaktadırlar. Sokrat’tan Platon’a
kadar bütün Hellen kültür ve felsefesinin Doğu Medeniyetlerine kazandırılması Süryaniler sayesinde olmuştur;
Süryanicenin İbranice ve Arapça ile aynı Sami kökten gelmesi orjinaleri Yunanca olan eserlerin Süryani
tercümanlar tarafından Süryaniceden Arapçaya tercüme edilmesini kolaylaştırmış. Osmanlı Devleti Süryanileri
ayrı bir cemaat olarak kabul edip Katolik Süryanileri adı ile 1845 yılında tescil etmiştir. Midyat’ta
Yezidiler de kültür mozaiğine öneml i katkıda bulunmaktadır. Yezidilik Emeviler soyundan mutasavvıf Şeyh bin
Musafir’e dayandırılan bir dinsel akımdır. Şeytan’ın Allah’a karşı geldikten sonra tövbe edip bağışlandığına
ve Melek Tavus’un (Şeytan) Allah’ın meleği olduğuna inandıkları için halk arasında Şeytan’a tapanlar olarak
adlandırılan Yezidilerin kendilerine göre bir inanç sistemi vardır.

Anıtlı(Hah) daki Meryem Ana Kilisesinin 3. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.Çan kulesi ve kubbenin
üzerindeki ekleme 20. yüzyılda yapılmıştır. Kilisedeki İnci’li incelemenizi öneririm; el boyaması resimler
ilginizi çekecektir.

Savur Mardin şehrinin 45 km kuzeydoğusunda kurulmuştur.Boyun anlamına gelen Savur , Süryanice Savro
sözcüğünden türemiştir. Bağcılık yapılan bu bölgede çok sayıda kavak yetiştirilmektedir. Kalesi ve yamaca
dizilmiş evleri ile Savur küçük bir Mardini anımsatır. Savur’un ortasında, düzlük alanda küçük bir meydanlık
vardır. Meydanın sağında Savur’un tek abbaralı evi bulunmaktadır. Devlet Mahallesinde tepedeki en güzel
evlerden biri Öztürk ailesine ait olup Hacı Abdullah Konağı olarak bilinir. Çok bakımlı büyük bir aile evi
olan bu yapının oturma odasının tavanı tahtadır ve ortasında camdan yapılmış bir mozaik vardır.

Dereiçi(Kıllıt) Savur’un 5 km doğusunda eski bir Süryani yerleşim merkezidir. Büyük bölümü terkedilmiş olan
Kıllıt birkaç yıl öncesine kadar şaraplarıyla ün salmıştı. Köyün çıkışında eski şarap fabrikasının kalıntıları
durmaktadır. Üç kilisesi ve üç manastırı vardır. 370 yılında inşa edilmiş olan Mor Yuhanon Kilisesinde hala
ayinler yapılmaktadır. Kilisenin bahçesinde çeşitli motiflere sahip son derece estetik mezarlar bulunmaktadır;
üzerlerinde Türkçe ve Arapça yazılar yer almaktadır.

Mardin şehrinin civarını keşfederken kerpiç evlerin bulunduğu köyleri kaçırmamanızı önerim; altı bin yıllık
bir geçmişi olan kerpiç yazın serin, kışın sıcak tutma özelleğine sahiptir. Kerpiç toprak ve samanın
karışımından elde edilir. Dikdörtgen kalıplardan çıkan kerpiç güneşte kurutulduktan sonra kullanıma hazır hale
gelir. Evlerin temelinde genellikle taş kullanılır. Temelin üzerine kerpiç boklar yerleştirilir. Çatı , uzun
ağaç kütüklerinin yan yana dizilmesi ve üzerine saman ve killi toprak serilmesi ile kapatılır. Otların
büyümemesi için çatıya tuz serpilir. Yapı dışardan kerpiç ile sıvanır.

Nusaybin ve civarını, Kızıltepe’yi ve Derik’i ziyaret etme fırsatım olmadı. Ama aklım oralara takılı kaldı.
Gidersem gördüklerimi ve yaşadıklarımı size yazarım. Gelecek sefer buluştuğumuzda Hasankeyf’i size anlatmayı
arzu ederim.

Huzurunuzdan ayrılırken sizi Mardin’in Reyhani müziği ile başbaşa bırakıyorum, tıklayınız lütfen

hoşcakalın

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
İşaretli alanlar zorunludur:*

*