© 2012 admin. All rights reserved.

Küba

CUBA LIBRE-CUBA BELLA (özgür Küba-güzel Küba)

Şu anda sımsıcacık Küba müziğinin eşliğinde yazıyorum; tevazu, şefkat, sevgi, zerafet çemberi ile kuşatıldığımı hissediyorum. Arada bir dayanamayıp parmaklarımı masamın üzerinde tıkırdatıp dünya perküsyon repertuarına katkıda bulunuyormuşum havasına giriyorum. Cuba, mi Amor, The Best of Cuban Music isimli albümde Hasta Siempre parçası yüreğimi sarıyor. Şarkının ismi ‘görüşmek üzere, hoşcakal’ anlamına geliyor:

Aqui,se querda la clara

La entranable transparencia

De tu queria presencia

Comandante Che Guevara

Paraya ve ölüme aldırmayan, kendisini insanlığa adamış çılgın Ernesto Che Guevara’dan bahs ediyor bazılarımızın kulağında yer etmiş bu şarkı. Yanlış hatırlamıyorsam devrim için Küba ormanlarında, dağlarında mücadelesini sürdürürken bindiği katırının isminide Ernesto koymuştu.

Küba bağımsızlık ve devrim hareketinin önde gelen kahramanları Jose Martini, Che Guevera , Camilo Cienfuegos ve Fidel Castro olmakla beraber Havana’da Fidel Castro’nun bir tek heykeline rastlıyamamış olmam beni çok şaşırttı. Fidel Castro tevazu ile geri planda kalmayı tercih etmiş anlaşılan. İnanılır gibi değil, Castro CIA kaldıraçlı 621 suikast girişiminden kurtulmayı başarmış. Geçen yıl sağlık durumu pek iyi olmadığı için devlet yönetimindeki yetkilerini kendisinden beş yaş küçük olan kardeşi Raul Castro’ya devretmiş.

Havanada’ki heykellerle ilgili başka bir tespitimide sizlerle paylaşayım; Miramar semtindeki Atatürk büstünü görmeye gittim. Tuhaf bir görüntü ile karşılaştım: kaidesi duruyor, büst yok. O güne kadar sanıyordum ki sadece Türkiye’de Atatürk büstleri yok oluyor, meğer ‘’ortak bilinç’’ benzer eylemlerin dünyanın öbür ucunda da zuhur etmesine yönelik enerjileri harekete geçirebiliyormuş! Şirin bir binada ikametgah etmekte olan elçiliğimizi ziyaret ettim. Onlarda büstün yok olmasının nedenini bilmiyorlardı. Ne mutlu ki Türkiye’den birkaç hafta içinde yenisinin geleceği müjdesini verdiler.

Uzun yıllar Küba’da yaşamış bir arkadaşım ‘’ Bak şaşırıp kalacaksın, çok mütevazi koşullarda yaşamalarına rağmen pırıl pırıl giyinip mis gibi kokar Küba’lılar ‘’ demişti. Bu cümleyi sarfederken gözlerinden şefkat, sempati, takdir ve saygı ifadeleri parıldamıştı. Gerçektende Küba’da estetik, zerafet, canlılık, hayata bağlılık, samimiyet, edep,tevazu,canayakınlık, hüzün, dalgınlık, suskunluk, ümit, sabır, utangaçlık, aşk, onur, misafirperverlik at kuyruğu örgüsü gibi birbirine sarmalanmış. 47 yıldır müthiş bir enerji ile sosyalizmin bir hayal olmadığını ispata kendisini adamış olan Castro Küba halkının onurlu duruşunu bakın nasıl ifade ediyor: ‘’ Ülkemiz insanlara maddesel zengilikler sunmak için çok yoksul olsa da, onlara eşitlik duygusu, insanlık onuru sunamayacak kadar yoksul değildir’’.

Tabiat, müzik, insanlar, binalar, arabalar, resimler, renkler muhteşem. İzlerken, algılarken, anlam verirken, duygularımı dinlerken, bir taraftanda fotoğraf çekerken duyu organlarımın yetersiz kaldığını farkettim. Bir anda o kadak çok şeyi izleme arzusuna koyulurum ki, örneğin iki gözümün yetersiz kaldığını hissediyorum. Hani birisi çıksada halimi görüp ‘’amigo, al sana bir gözümü ödünç veriyorum, istediğin kadar sende kalsın ‘’ dese, bu destekde işimi çözemeyecek galiba, çünkü üçünçü gözümü nereye konduracağıma nasıl karar vereceğim? Alnıma mı, enseme mi yoksa parmağımın ucuna mı yerleştireceğim? Ne bileyim?

Türkçe ve İspanyolca’da ortak kelimeler var: banyo, kadastro, kaparo, sopa. Şaka şaka, sopa çorba anlamına geliyor.

Havana’da çok yürüdüm ve büyülendim. Bir akşam üstü fayton sefası yapmayıda ihmal etmedim eski şehirde. En son fayton gezintimi sanırım altı yıl önce Büyükada’da yapmıştım. Bir sabahda 1956 model pembe renkli üstü açık Chevrolet ile Havana’nın görülebilecek her yerini gezdim. Önde şöför bey ve rehber arkadaş , arkada koltuk arkalığının üstüne tünemiş şekilde bendeniz Kübanın yakıcı sıcağı altında hafif cızbız kıvamında ancak izlemeden hiç taviz vermeksizin dolanıp durduk. Ama ne zevk, ne zevk. Daha sonra öğrendim ki genç ciftler nikah töreninin hemen arkasından otomobille şehir turu yaparlarmış. Havanalılar’da bana bakıp yanımda gelini göremeyince ‘’ bu amigoda boşanmasını kutluyor, hayırlı olsun’’ diye yakıştırmada bulunmuşlardır herhalde.

Yorulunca hemen kendinizi bir bara atabiliyorsunuz; hemen bütün barlarda ve lokantalarda müzik grupları var. O Küba müziğide insanı ayrı büyülüyor. Zaten Küba’da ne yaptın derlerse en izah edici ifade büyülendim olabilir. Ünlü Küba şarkısı ve neredeyse bizlerinde kulağına küpe olmuş Guajira Guantanamera’nın güftesini sonunda çözdüm:

Yo soy un hombre sincero İçten adamım ben

De donde crece la palma Palmiyelerin yetiştiği ülkeden gelen

Y antes de morirme Ve ölmeden önce

quiero echar mis versos del alma Ruhumdan kopup gelen dizeleri haykırmak isterim

Kübalı yazar Fernando Ortiz Küba müziğinin şekerkamışı plantasyonlarında çalışan Afrikalı kölelerle tütün tarlalarında çalışmak üzere Kanarya Adalarından gelen beyaz göçmenlerin yarattığına inanıyor.

Cuba Libre( rom ve kola), Mojito (limon suyu, nane, beyaz rom), Daiguiri (limon suyu, beyaz rom ve buz) hemen devirebileciğiniz içkiler. Havana’ya kısa bir tatil amacıyla 1928 de gelip ömrünün yirmi iki yılını Küba’da geçiren Hemingway’in tecrübelerinden yaralanmakta yarar var: ‘’ Mojito mu Bodeguita da, daiquiri mi Floridita da’’ demiş üstad. Yani mojito Bodeguita’da daiquiri Florita’da içilir. La Bodegita del Medio(ortadaki küçük dükkan anlamına geliyor) Katedral Meydan’nın yakınında. La Floridita 1820 de açılmış, 1930 larda Hemingway bu barın müdavimi olmuş. Daiquiri’yi ‘’Papa Hemingway Special’’ adıyla sunuyorlar. Hemingway Havana’ya geldiği ilk günlerden itibaren Hotel Ambos Mundos otelinde kalmayı tercih etmiş. Silahlara Veda ve Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı romanlarını bu otelin ellibir numaralı odasında yazmış. 1954 yılında aldığı nobel ödülünü Küba’ya bağışlamış. Daha sonra Havana’nın onbeş kilometre güneyinde San Francisco de Paula kasabasındaki Finca Vigia çiftliğini satın alıp eşiyle birlikte çiftliğe yerleşmiş. İhtiyar Adam ve Deniz adlı ünlü romanını bu evde tamamlamış. Hemingway Küba’dan 1961 yılına ayrılmış.

Havana 1950 li yıllarda dünyanın en modern şehirlerinden birisiymiş. Şaşalı yaşam tarzı, lüks tüketimin aşırı seviyelere ulaşması Küba’yı bir rüya ülkesi haline dönüştürmüş. Mimarisi İspanyol ve Arap stilleri etkisinde gelişmiş. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda İspanyol egemenliği son bulunca Amerikan mimarisi hakimiyet kazanmış. Boğucu sıcaklığın etkisini bertaraf etmek için iç avlular ve yüksek tavanlar Arap mimarisinden alınmış. Camlara takılan dekoratif demir parmaklıklar da yine aşırı sıçaklar yüzünden açık bırakılmak zorunda kalan pencerelerden hırsızların girmesine karşı tedbir olarak geliştirilmiş. Miramar semtinde bulunan Rus büyükelçiliği binasının Havana’nın en çirkin binası olduğuna dair bir iddia var. Anlaşılan Ruslar Küba’lılar nezdinde pek popüler olamamışlar.

400 yıllık İspanyol egemenliği sırasında sekiz yüz bin zenci kölenin Küba’ya getirildiği tahmin ediliyor. 1959 Devrimi’yle birlikte ırk ayırımı tamamiyle ortadan kalkmış. Değişik ırktan pekçok insanın bir arada yaşamasıyla çeşitli insan tipleri ve harmanlanmış dini inaçlar ortaya çıkmış. Kısaca, Kübalılar bir taraftan Afrikalı tanrılara tapınıyorlar bir yandanda tek tanrılı dinlere ve azizlere inanıyorlar. Papa Küba’yı 1998 yılında ziyaret etmiş. Papa’nın ardından Fener Rum Patriği Bartolomeo Havana’yı ziyaret edip Yunanistan ve ve çeşitli ülkelerden getirilen malzemelerle restore edilen Fransisken Manastırının açılış törenine katılmış.

Ülkeye devrimle birlikte gelen zengin kültürü baleden plastik sanatlara kadar açılan geniş bir yelpazede görmek mümkün. Havana’daki Devrim müzesinin arkasında bulunan Ulusal Sanat Müzesi’nde( Museo Nacional Palacio de Bellas Artes) devrim sonrası şahaserler sergileniyor. Maalesef müzenin bir kataloğu yok, fotoğraf çekmekte yasak.Ün salmış Küba Ulusal Balesi temsillerini Gran Teatro’da vermektedir. 1906 da yapılmış bu binada iki bin koltuk bulunmaktadır.

Ne kadar ilginçki 1961 den beri uyguladığı ambargoyla Küba ekonomisinin çökmesine neden olan ABD’nin adanın güney doğusunda Guantanamo’da bir üssü bulunmakta. Bu üs 1901 yılında Küba bağımsızlığını elde ederken bağımsızlığın bedeli olarak ABD’ye verilmiş.

Küba halkı en büyük sıkıntıları Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonra 1992-95 yıllarında yaşamış. Sadece şekerkamışı, tütün, meyve ve pirinç üreten bir ekonomide Sovyet yardımı kesilince halk temel ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuş. Yinede sabırla ve yaratıcılıkla o zor dönemleri atlatabilmişler. Bu zorlu yıllar Küba’nın turizme açılmasını gerekli kılmış. Turizmden yıllık gelirin yedibuçuk milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Sıkıntılara rağmen devlet sözünde durmuş ve yedi yaşına kadar her çocuğa gündebir litre süt vermiş, hala vermekte. 1962 de başlatılan karne uygulaması sürmekte ve otuza yakın gıda maddesi karne kapsamında dağıtılmakta. Hastanelerde tüm hizmetler ücretsiz sunulmakta. Eğitim seferberliği aralıksız sürdürülüyor. Okuma yazma oranı neredeyse %100. Yaklaşık onbin Kübalı doktor Afrika’da ve Latin Amerika ülkelerinde bedava hizmet sunuyormuş. Dünyada en az çocuk ölümü Küba’da oluyormuş. 12 milyon nüfusa altmış sekiz bin doktor hizmet veriyormuş. Yani her yüzseksen kişiye bir doktor düşüyor.

Havana’da iki türlü lokanta var: devlet tarafından işletilenler ve evlerine misafir kabul eden aile işletmeleri. Bu ev restoranlarına paladar deniliyor. Bir gece La Guardia ( saklanılan delik anlamına geliyor) adlı paladara gittim. Şaşırdım kaldım. 1994 de en iyi yabancı film Oscarı’na aday gösterilen Freas y Chocolate (çilek ve çikolata) adlı Küba filmi bu lokantanın bulunduğu binada çekilmiş. Herhangi bakımsız bir CentroHavana sokağında bakımsız üç katlı binanın cümle kapısından içeri giriyorsunuz. Her katta yer alan küçük apartman dairelerinde aileler yaşamakta; kapı pencereler açık. Televizyon seyredenler, yemek pişirenler, bitkilerini sulayanlar, ütü yapanlar… günlük hayat geceye sarkan kanadıyla devam ediyor. Üçüncü kata vardığınızda kendi halinde bir kapının zilini çalıyorsunuz, kapı açılıyor ve bambaşka bir dünyaya adımınızı atıyorsunuz ve şaşkınlıktan kapıda kala kalmış ruhunuzuda çekip tekrar bedeninizin içine yerleştiriyorsunuz. İçerde müthiş bir dekorasyon sizi kuçaklıyor, duvarlarda etkileyici resimler… Işıklandırma çok iyi. Yemek ve servis mükemmel. La Guardia’nın herbirşeysi bana bakıp ‘’ biz insanı böyle şaşırtırız, yaa’’ diyor gibi geldi bana. İkinci gece yine tavsiye üzerine La Esperanza isimli paladara gittim. Antika ve eski eşyalarla döşenmiş çok hoş bir ortam. Küçük ve şirin bir bahçesi var. Bu lokanta Miramar semtinde denize çok yakın. Burada da yemekler harikaydı. Tütün kullanmadığım için çevredeki masalardan bana ulaşan puro dumanlarını teneffüs etmekle yemek üstü keyif yaptım.

Tütün Küba’da beş ayrı bölgeda yetiştiriliyormuş. Pınar del Rio’da yetiştirilen tütünler dünyanın en iyi tütünleri olarak bilinirmiş. Havana’nın en ünlü puro fabrikası olan Real Fabrica de Tabacos Partagas 1845 yılından beri faalmiş. Çalışırken sıkılmamaları için işçilere gazete ve kitap okunurmuş. Puronun içine doldurulan yaprakları ile dışına sarılan yapraklar(kapa) farklı imiş. Üç değişik tütünün bir araya getirilmesinden oluşan puro yapımı sırasında tütün yaprakları teker teker kontrolden geçiyor. Torcedor adı verilen puro sarıcılar günde 100-120 puro sarıyormuş. İki değişik tütünün biraraya getirilmesinden sonra üç saat süreyle bir kalıpta biçimlenen purolar üzerine kapa geçirilip saf reçine ile yapıştırıldıktan sonra kalite kontrol bölümüne yollanıyor. Bütün puroların standart renklerde olması şart. Kalite kontrol uzmanları elli civarında değişik renkte tütünü ayırt edebiliyorlarmış. Puroların en yaygın boyutları : Mareva (129mm), Corona(142mm), Julieta(178mm). Havana’daki puro fabrikaları ihraç edilmek üzere yılda altmışbeş miyon civarında puro üretiyorlarmış.

Yine şaşırtıcı bir tespit: Küba’da en popüler spor beyzbol (pelota). Üstelik 2004 yılında Atina’da yapılan olimpiyat oyunlarında Küba beyzbol takımı final maçını ABD takımı ile yapıyor ve kazanıyor.İnanabiliyor musunuz? İnanın.

Havana’dan güneye doğru kolaylıkla ulaşılabilecek üç şehride ziyaret ettiğime çok memnun oldum. Ana hedef 1988 yılında UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınan Trinidat’ı ziyaret etmekti. Trinidad araba ile Havana’ya 5 saat mesafede. Çok şirin bir şehir. Hotel Iberostar adlı hizmeti muhteşem olan bir otelde kaldım. Küba’nın en büyük katedrali olan Iglesia Parroquial de la Santisima Trinidad’da inşa edilmiş. Şehrin mimarisi, binaların stili çok etkileyici. Akşam üstü yorgunluğunu Ancon plajında Karayipler denizinde yüzerek çıkarttım.

Havana’dan çıktıktan sonra epeyce geniş bir asfalt yolda seyrederek Santa Clara şehrine varılıyor. Yoldaki manzara harika. Çeşit çeşit bitki örtüsüyle ve yeşilin çok farlı tonları ile karşılaşıyorsunuz. Dağlar, tepeler ve bir ressamın fırça darbelerinden ortaya çıkmışcasına etkileyici bulut kümeleri hayal alemine alıp sürüklüyor insanı. Küba tarihi ile ilgili zihnimde kalan bilgilerden senaryolar oluşturup hayali senaryo çalışmalarına verdim kendimi. Zaman zaman hayal dozajını yüksek tutmuşumki kaliteli rüya aşamalarına son derece yumuşak geçişler yapabiliyordum. Yol boyunca sarmısak satan gençlere rastladık. Küba’da ulaşım ciddi sorun; insanlar bir yereden biryere gidebilmek için saatlerini yol kenarında otostop beklemekle tüketiyorlar. Trinidad yolundada yüzlerce otostop bekleyen insan gördüm. Santa Clara kenti Che Guevera’nın anıt mezarına ev sahipliği yapıyor. Devrim tarihindede önemli bir yere sahip. Che Guevera arkaşlarıyla birlikte Havana’ya takviye birliklerini götürmekte olan tren katarına saldırır ve trenin raydan çıkmasını sağlar. Bu haber başkente ulaşır ulaşmaz dönemin diktatörü Batista 30 Aralık 1958 de Küba’dan kaçıp Dominik Cumhuriyetine sığınır. Santa Clara’dan bir saat mesafede güney batıya doğru yol aldığınızda Cienfuegos şehrine geliyorsunuz. Bu şehirde duraklamamız sokak dondurmacılarının tezgah açma saatine rastladı; Küba’da dondurma çok seviliyor ve dondurma kuyruğunda insanların sabırsızlıkla sıralarını beklemeleri ilginç görüntüler oluşturuyor. Cienfuegos’ta çok şirin bir şehir ve minik saray görümündeki eski malikanelerin mimari tarzları çok estetik ve devrim öncesi şaşalı yaşamın yasıtılmasına katkıda bulunuyor.

Hem Trinidad’ta hemde Havanada’da gayet şık tuvalete bürünüp ailesi ile birlikte fotoğraf çektirmek üzere gezintiye çıkmış çok genç kızlara rastladık. İlk öce durumu pek kavrıyamadım ama fotoğraflarını çekmeyide ihmal etmedim. Rehber arkadaş izah etti, huzura erdim; efendim Küba’da bir gelenek varmış, onbeş yaşını dolduran genç kızlar süslenip ortaya çıkarmış ve evliliğe, kadınlığa hazır olduğunu böylece teşhir edermiş.

Diğer bir ilginç olaydandan daha bahsetmeden huzurunuzdan ayrılamayacağım. 1898 yılının baharında Enver Paşa adında bir zat II. Abdülhamit’in özel elçisi sıfatıyla Havana’yı ziyaret etmiş. Amaçı Küba’nın İspanya’ya karşı sürdürdüğü bağımsızlık savaşı konusunu inceleyip Padişah’a rapor etmekmiş. Kübalılar üzerinde son derece güzel intibalar bırakan eğitimli, bilgili ve görgülü Enver Paşa’nın torunuda 63 yıl sonra , 1961 de Havana’yı ziyaret etmiş. Torunu kimmiş bilyor musunuz? Nazım Hikmet. Nazım Hikmet ziyareti sırasında Havana Röportajı adında bir şiir yazmış, gelin bir kaç kıtasına birlikte göz atalım:

‘’ altımızda Avrupa ama Küba bale takımı saatlarını bağrışa çağrışa Havana

Saatına göre ayarladı evlerinin serin taşlıklarına girdiler koşa koşa

Bense bir türlü akıl erdiremiyorum gündüzü mü kovalıyoruz

Geceyi mi

Uzalıyor mu ömrümüz

Kısalıyor mu

Görüyorum Avrupa kıyılarının çizgisini geçiyoruz

Çizgi köpük içinde

Görüyorum Atlantiğin üstündeyiz

İçimde bir garipseme

Büyük toprağımdan ilk kopuşum bu

……………

Güneş doğdu

Aşağıda derinlikler koyu lacivertten açık yeşile

Mercan adaları korkunç yılanlar gibi büklüm büklüm uzanıyor camgöbeği

aydınlığın üstünde

Küba kıyıları koylarıyla göründü

Koylar gümüş leğenler gibi yan yana dizili

Küba koylarının suları rahattır ve bütün denizlerde yüzen bütün gemileri

Aynı gün aynı gece barındırabilir biliyorum bir cennet yemişidi

Küba adası Meksika körfezinin sepetinde yılan yoktur Küba’da

Akrepleri de ağulu değil

………………

Asansörle iniyorum hole

Asansörde köylü kızlar Oriente ilinden Bayamo köylüklerinden

Şehre dikiş öğrenmeye gelmişler

Havana Libere (Hür Havana) otelinde duvarlarında milyonerlerden

Gölgeler kalmış apartımanlarda oturuyorlar

Otelin eski adı Hilton

24 milyona çıkmış

Asansörde köylü kızlar Bursa ilinden Ankara köylüklerinden kızlar

İstanbul’da işiniz ne kızlar sizi nasıl bıraktılar Hilyon’a

Ve gülüyorlar ağızlarını örttüp kınalı elleriyle

Ağalar da kaçtı Amerikanla birlikte

Ya toprak

Bölüştük

…………..

Dolaşıyorum Havana sokaklarını

Asfalt ağaçları birbirine karıştırıyorum

Otomobillerle asfaltı birbirinden ayırdetmek olmuyor

Yağmurla güneşi

Ak bulutlarla masmavi yüzme havuzlarını

Kadınlarla yemişleri birbirine karıştırıyorum

Çocuk bahçeleriyle hürriyeti

Hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden

Ayırdetmek olmuyor

…………..

Ben her gün biraz daha gencim Havana’da

Hergün biraz daha yitiriyor ağzım dünyanın acılığını

Her gün biraz daha yumuşuyor çizgileri avuçlarımın ve çok uzaklardaki

Kadının beni ama yalnız beni düşündüğüne inanıyorum her gün

Biraz daha

Ve her gün biraz daha keyifli türkü söyliyerek geçiyorum Havana

Sokaklarından ‘’

Doyamadım Küba’ya. Gelecek yıl kaldığım yerden devam edeceğim.

Hasta Siempre Cuba!

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
İşaretli alanlar zorunludur:*

*