© 2012 admin. All rights reserved.

Budapeşte

Budapeşte’ye ondört yıl aradan sonra ikinci kez Haziran’ın sonunda gittim. Macaristan’ın başkenti Budapeşte, Tuna Irmağı’nın batı kıyısındaki Buda(tarih kitaplarımızdaki adıyla Budin) ve doğu kıyısındaki Peşte kentlerinin 1870 yıllarının başında birleşmesiyle ortaya çıkmış. O yıllarda Macaristan, Avusturya Habsburg Hanedanı’nın yönetimi altında bulunuyor. Buda yüksek tepelere yayılırken Peşte düz, geniş ve bereketli, yeşilin bilemediğim kaç tonunu içeren bitki örtüsünün ve ormanların yer aldığı ovalara kurulmuş. Nüfusunun ikibuçuk milyon civarında olduğunu söyledi rehberimiz. Tuna’nın Budapeşte içinde dolandığı bölümü 28 km. uzunluğundaymış, neredeyse bizim İstanbul boğazı uzunluğunda.

Budapeşte havaalanına doğru inişe geçtiğimizde, birinci ziyaretim sonrasında zihnimde iz bırakmış fotoğraf karelerinin ön belleğime serpişenleri renklenip canlanmaya başladı; Tuna nehri, Kraliyet Sarayı, Matthias Kilisesi, Kale, Gül Baba Türbesi, Gellert Tepesi, Güzel sanatlar Müzesi, Parlamento Binası, Aziz Stefan Bazilikası, Kahramanlar Meydanı, Opera Binası, Cafe Gerbaud, köprüler ve geniş bulvarlar , sokaklar üzerinde yer almış kendinden emin, görkemli, ihtiyar, estetik binalar, tramvay ve metro…. Yolculuğa çıkmadan önce kitaplığımdaki gezi rehberi kitaplarını karıştırdım ancak bir kitap elime gelir gelmez öyle bir sarıp sarmaladı ki ruhumu, yerimde kala kaldım ve diğer kitapları ihmal etme pahasına ve ihmalin neden olduğu mahcubiyete rağmen (!) birden İsmail Habib’in 1935 basımlı Tuna’dan Batıya adlı kitabın sayfalarının arasında bambaşka bir yolculuğa koyuldum. Bu kitabı rahmetli babacığımın kütüphanesinden bendenizin kitaplığına devşirmiştim yıllar önce. Canım babacığımın bu kitaptan büyük övgüyle bahsettiğini hatırladım; edebiyat bilgisi oldukça kuvvetli olan babacığımın İsmail Habib’in güclü ifade kaabiliyetinden oldukça etkilenişini daha iyi takdir edebiliyordum. İkinci Dünya savaşından birkaç yıl önce Budapeşte’yi ziyaret eden Habib’in yetmiş yaşını aşkın kitabından bazı gözlemleri size okumak isterim:

‘’

Peşte kaplıcaları ve Peşte hamamları; yazlık kışlık, açık kapalı, soğuk sıcak; eskisi de var yenisi de, kurnalısı da var banyolusu da, hatta durgunu da var dalgalısı da. Dokuz tane büyük sıcak su kaplıcası ve seksen tane kaynak. Avrupanın en büyük suyu Peşteden akar, meğer en zengin kaynakları da buradan çıkarmış: Üstten Tunayı geçirtip dipten şifayı fışkırt.

İşte Peştenin doğu tarafındaki büyük hamam; geniş mermer merdivenlerden sanki azametli bir saraya giriyorsun. Havuzlu ve plajlı yazlık avlu bizim Sultanahmet meydanı kadar; karşıda ve yanda kademe kademe yükselen mermer sütunlu şehnişinler Roma tarihinden birer kanat gibi gerilip kurulmuşlar.

Yıkanmak için bizim Sokulludan kalma hamama gidiyorum.Ünlü bir frenk edibi ‘’suyun şirini hiç bir millet Türk kadar çıkarmadı’’ der. Kafasında, Donla Volga’yı birleştirip ana vatana yol açmak gibi, tarihimin en yüksek fikri doğan büyük Sokullu, İstanbul’dan Orta Avrupa’ya kadar şahdamarı gibi uzanan fetih yolunun her konak yerinde her çeşit hayır yapıları kurdururken Peşte’de dahi suların en şifalısından hamamların bu en faydalısını yarattı. Çelebi Evliya’nın ‘pak ve saf, ehlidil ve ziidrak’ diye övdüğü tellaklar yerine güçlü kuvvetli yıkayıcılar; ilim vücudunu oğup fen gövdeni yuğuruyor; çıkınca, tamirhaneden çıkmış makine gibisin: Hamam bizim, yıkanış bizim değil. Biz kalarak garbı alış: Bu alış olmasa küflülük, o kalış olmasa köksüzlüktür; kafalarımız da bu hamam gibi olsa dedim!

‘’

1660 lı yıllarda Macaristan’ı ziyaret eden Evliya Çelebi 24 mahalleli Buda’da 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu yazar.

Çoğu bugün ayakta olmayan bu yapılardan Sokullu Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Mustafa Paşa Camisi ve Türbesinin Mimar Sinan’ın yapıtı olduğunu bilinmektedir. Hamam kültürünü Budapeşte’ye yerleştiren Türklerin 16. yüzyılda inşa ettikleri hamamlar hala kullanılmaktadır. Kentin önemli kaplıcaları şöyle: Gellert Spa , Gellert Oteli’nin içinde yer alıyor. Osmanlılar bu noktaya bir hamam inşa etmişler. Szechenyi Kaplıcası Peşte tarafında olup Avrupa’nın en büyük termal kaplıcasıdır. Rudas Kaplıcası Buda tarafında , Tuna’nın kıyısındadır, Osmanlı zamanından kalma en önemli eserlerden biridir. 1566 da Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kiraly Kaplıcası Buda kuşatma altında iken Osmanlılar tarafından inşa edilmiştir.

1526 da Macar ve Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı orduları Mohaç’ta savaşır. Osmanlı ordusunun galibiyetiyle sonuçlanan savaş, Osmanlılar’ın Macaristan’daki yüz atmış yıllık hükümdarlığının başlangıcını belirler. Osmanlılar Buda’yı ancak 1541 de alır. Bu tarihte üç parçaya bölünen Macaristan’ın batısına Avusturyalı Habsburglar, ortasına Osmanlılar yerleşir. Macaristan’a ise Transilvanya bölgesi kalır. 1686 yılında Macaristan Osmanlı’nın elinden çıkar. Budin Kalesi, 16 bin Türk askeri tarafından korunuyordu. Avusturya ordusu tepeleri tuttuğu için yardım alamamalarına rağmen, Abdurrahman Abdi Paşa düşmana karşı yokluklar içerisinde iki buçuk ay boyunca direndi.
Avusturyalılar, 2 Eylül 1686’da Budin’e girerek 160 yıllık Türk hákimiyetine son verdiler, Abdurrahman Abdi Paşa ise çarpışmalar sırasında şehid düştü. Harp Tarihi müzesi’nin bahçesinde mezarı bulunan Abdi Paşa için koyulan tabelada şu ifade yer alır: ‘’145 yıllık Türk egemenliğinin son Buda Valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa bu yerin yakınlarında 1686 Eylül ayının 2. Günü yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı,rahat uyusun’’. Tabeladaki Macarca yazıda aslında ‘’kahraman rakip’’ ifadesi yer alıyormuş. İşte Macarların ne kadar hoşgörülü olduğunun, ne kadar kendileriyle ve çarpıştıkları-uyuşamadıklarıyla barışık olduğunun önemli bir örneği. Düşmanına kahraman rakip diyebiliyor…Rehberimizin aktardığına göre Türk Dış İşleri Bakanlığı Türkçe tabelada yer alan kahraman düşman ifadesinin aslına uygun olarak kahraman rakip olarak değiştirilmesi konusunda Macar yetkililer nezdinde girişimlerde bulunuyormuş. Budin’in kaybı çok acılara nedenler olur, işte Budin türküsünden acı duygulara tercüman olan mısralar:

Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu / Bülbülün figanı bağrımı deldi / Gül alıp satmanın zamanı geldi / Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

Çeşmelerden abdest alınmaz oldu / Camilerde namaz kılınmaz oldu / Mamur olan yerler hep harap oldu / Aldı Nemçe bizim Nazlı Budin’i

Kıble tarafından üç top atıldı / Perşembe günüydü güneş tutuldu / Cuma günü idi Budin alındı / Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i’

93 harbinde (1877-78) Tuna üzerindeki Plevne kalesinin Ruslar tarafından alınması Budin’in düşüşü kadar acı yaşatmıştı Osmanlı’da; 192 yıl sonrada yine hüzün dolu türküler duygulara tercüman olmuştu:

Tuna nehri akmam diyor

Etrafımı yıkmam diyor

Adı büyük Osman Paşa

Plevne’den çıkmam diyor.

Şehrin ve Tuna’nın mükemmel, muhteşem bir panoramik görüntüsünü izlemek isterseniz hemen Citadel’e çıkmanızı öneririm. Bu kale 1850’li yılların başında Avusturya’lı Habsburg yönetimi tarafından yaptırılmış. Tepenin en yüksek noktasında şehrin her tarafından kolaylıkla görülebilen Özgürlük Anıtı bulunuyor. Bu anıt 1947 de Ruslar tarafından Budapeşte’nin Alman’lardan kurtarılması sırasında ölen askerlerin anısına dikilmiş. Özgürlük Anıtının hemen yanıbaşında bulunan heykellerin önünde fotoğraf çektirmekten kendinizi alamayacaksınız sanırım.

Özgürlük Anıtının biraz aşağısında 1904 yılında inşa edilen Aziz Gellert Anıtı yer almaktadır. Rahip Gellert 12. yüzyılda İtalya’dan gelip Hıristiyanlığı yaymak amacıyla çalışmalarını sürdürürken bir grup pagan yönetici tarafından yakalatılıp bir fıçının içine koydurulmuş . Fıçıyı sımsıkı civiledikten sonra anıtın yer aldığı mevkiiden Tuna’ya yuvarlamışlar, böylece Gellert din şehidi olarak tarihe geçmiş.

Gül Baba’nın türbesinin bulunduğu Gül Tepesi Gellert Tepe’sinin kuzeyinde bulunmaktadır. Bir Bektaşi dervişi olan Gül Baba’nın gül çiçeğini ilk kez buralara getirip diktiğine dair söylentiler vardır. Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. 1541 yılında Gül Baba’nın ölüm anını bakın İsmail Habib nasıl kaleme almış:

‘’

Merzifonlu bir Bektaşi fakiri; Fatih zamanından beri her gazaya gönüllü girdi. Başına taktığı gülden, beline takındığı kılıçtan başka malı yok. Mohaç gecesinin bin bir meşaleli kızıl alacasında, göbeğine kadar inen bembeyaz sakalı bir kat daha heybetleşerek o da dua etti. Avrupa’yı yenen orduya Budin, kapılarını açıvermişti. Fethiye adı verilerek camiye çevrilen büyük kilisede( Aziz Matthias Kilisesi) ilk Cuma namazı kılınmaktadır. Cami dolu,kaleiçi dolu, karşı tepelere kadar bütün asker dolu. Birden Gülbaba ayağa kalktı. Ey cemaat ben gidiyorum, dedi ve… yere serilerek gidiverdi.!

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
İşaretli alanlar zorunludur:*

*