© 2012 admin. All rights reserved.

Buenos Aires


Bilinçaltımın en çalışkan dönemi olan çocukluk ve gençlik yıllarım Ankara’da geçti. Televizyonun daha ükemizi kuşatmadığı, komşuculuğun çok samimi olduğu yıllarda menfaat gözetmeksizin paylaşma zevkinin bir ifadesi olarak ‘’komşuda pişer bize düşer’’ anlayışı apartmanlar içinde ve arasında lezzetli yemeklerin özenle yerleştiridiği tepsilerin

yoğun trafiğine yol açardı. Kurye görevinide benim gibi hanım evlatları üstlenirdi. Bu görev oldukça riskli olmasına rağmen meccani yerine getirilirdi, tabii iş kazaları şenlikleri ile birlikte. Mahallede ikram konusu o derece tavırımıza yansımıştıki 1960 yılının Mayıs ayında ihlilal olupta Kara Harp Okulu öğrencileri Gazi Mustafa Paşa bulvarında sıra sıra nöbete durduklarında francala ekmek dilimlerine tereyağ sürüp su ile birlikte servise çıkardık. Görkemli ve yakışıklı ‘’asker ağabeylerimizden’’ teşekkür alıncada çok gururlanırdık.

Aynı yıllarda aileler geceleri dönüşümlü olarak evlerde toplanırdı; beyler bezik oynardı, hanımlar sohbete koyulurdu, çocuklarda mütevazi oyuncak potföyü ile hayallerine kapı aralamaya çalışırlardı. Düğünler çok önemli buluşmalara ve kaynaşmalara sahne olurdu o yıllarda; Bulvar Palas ve Orduevi en sık kullanılan mekanlar olarak aklımda kalmış. Şaşmayan standart uygulama olarak gelin ve damat salona kol kola girmiş halde La Cumparsita (karnaval alayı ve karnavalda giyilen giysileri ima eder) müziğinin eşliğinde nikah masasına doğru ilerlerdi. Birara orkestra muhakkak El Choclo parçasınıda çalardı. Bendeniz o yıllarda da bacaksız halimle dansa meraklıydım; fasulyeden Tango yaptığımı çok iyi hatırlıyorum. Formülü çok basitti,iki adım sağa iki adım sola giderek pistte gezinirdim. Rahmetli babacığım evde ‘’ Sevdim bir genç kadını’’ tangosunun güftesini ara ara belkide sık sık söylerdi, rahmetli anneciğimin bu ‘’genç kadın’’ meselesine nasıl baktığını ise hiç anımsamıyorum. Demek ki ‘’bu meselelere’’ o yıllarda daha uyanmamışım.

‘’Büyüdükten’’ sonra üç kez aralıklarla tango derslerine gittim ama dikiş tutturamadım. İlk sefer Ümit İris Hocanın Sıraselviler’de ki stüdyosuna devam ettim. Hani program, plan, pilav ve sonuç odaklılık var ya, ikinci dersde hemen sordum ‘’ hocam, tango ne kadar zamanda öğrenilir? Hocanın cevabı pek sıra dışı oldu ‘’ Tangoyu öğrenmeye bir ömür yetmez!’’ İkinci teşebbüsümüde Ümit Hoca ile sürdürdüm, yine vazgeçtim. Üçünçü girişimim ve gayretim benide çok etkiledi başlarda, haftada bir grup dersine gidiyordum, dersi video kamera ile kaydediyordum, haftada bir-iki gecede, evde video kamera eşliğinde bir iki saat çalıştıktan sonra milongaya gidiyordum. İtiraf etmeliyimki tango bilir ve severler benim gibi adamlara oldukça şefkatli davranıyor ve fedakarca yeni bir elemanı camiayaya kazandırmak için yüksek sosyal sorumluluk bilinci ile çalışıyorlar. Onların hakkını ödeyemem.

Sanırım bir ara dördüncü teşebbüsümü gerçekleştireceğim. İşi cıvıttığım için ne olur bilemem. Ancak tango müziği ve dansı beni çok etkiliyor, mest oluyorum. İşin inceliğine bakınki bu kadar karmaşık,zengin figürlere sahip dans, erkeğin sürekli kadının üzerine, saatin aksi yönündeki yörünge üzerinde gitmesi ve kadının sürekli arka arka hareket ederken erkeğin hafif omuz hareketlerinden esinlenerek ve göğüsünden gelen enerjiyi hissederek uyumlu hareketler sergilemesiyle olağanüstü görsellik kazanıyor. Ne iştir?

Tangonun anavatanı Buenos Aires’e dansını beceremediğimin ezikliği ile vardım diyebilirim,ev ödevini eksik bırakmış ve ayıp etmiş bir öğrenci gibi hissettim. Şehrin güzelliği, insanların güler yüzlülüğü, sıcaklığı, cana yakınlığı, mütevaziliği, utangaçlığı kendimi hemen affetmeme yardımcı oldu.

Arjantin isminin kısa bir hikayesi var: geniş gümüş maden yataklarına sahip olan topraklara İspanyollar latincede gümüş anlamına gelen ‘’argentum’’ kelimesini uygun görmüşler. Zamanla argentum Arjantin’e dönüşmüş.

Yaklaşık onüç milyon nüfusu (3 milyon şehir merkezi) ile Güney Amerika’nın en Avrupai şehri olan Buenos Aires’in temelleri 1536 yılında Rio de la Plata (gümüş nehri) nehrinin Atlas Okyanusuna kavuştuğu bölgede İspanyol Pedro de Mendoza tarafından atılılmıştır. Bir İspanyol kolonisi olarak yönetilen şehre verilen ‘’ Nuestra Senora de Santa Maria del Buen Aire’’ isminin İspanyol gemicilerin kötü rüzgarlardan koruduğuna inanılan ve ‘’iyi, temiz rüzgar’’ temsicisi olarak bilinen Santa Maria adlı bir azizeden alındığı sanılıyor. Buenos Aires’de yaşayanlar liman halkı anlamında kendilerine ‘’ portenos’’ lakabını yakıştırmışlardır. Portenos’lar İspanyol, İtalyan, Alman, Galli, Hollandalı, Rus ve Portekizli göçmenlerin İspanyol kökenli eski Arjantin’li aileler ile genetik ve kültürel karışımıdır.

19. yüzyılın ikinci yarısında Buenos Aires’e Avrupa’dan kestirmeden para kazanma hırsıyla yüzbinlerce yanlız adam göç edip zor koşullarda göçmen hayatı yaşamışlardır. 1857-1939 yıllarında Arjantin’e 3,5 milyon Avrupalı yerleşmiştir. Göçmenler genellikle şehrin kenar mahallelerinde ‘’corventillo’’ adı verilen kiralık evlerde, pansiyonlarda, genelevlerede, karanlık işlerin döndüğü sokaklarda şarap ve cana (damıtılmış şeker kamışı ve cin karışımı) içerek, şarkı söyleyerek, dövüşerek günlerini geçiriyorlardı. Bu ortamda ‘’compadre’’(arkadan vuran) veya ‘’compadrito’’(meydan okuyan) adı verilen maço, kabadayı tipleri ortaya çıktı. Kendini beğenmiş, gururlu, kavgacı, kıskanç, atılgan, cesur,çevik kabadayılar sırdaşları fahişeler ile kışkırtıcı, tutkulu, pervasızca müzik eşliğinde dans ediyorlardı. Bu müzikte Küba, Arjantin, Endülüs ve İtalyan müziklerinin havası, ritmleri ve melodileri mevcuttu. İşte bu olağanüstü harmanlanmış ve özgün hale gelmiş müzik türüne Tango denilmiş. Tango daha ziyade genelev dünyasında rağbet görmüştü. Kabadayılar ve muhabbet tellalları ile çoğunlukla Doğu Avrupa’dan gelen fakir sermaye kadınların, kaçamak yapan maceraperestlerin bu yeni, baştan çıkarıcı dansı rahatlıkla yapabilecekleri yer bu batakhanelerdi. Tango güfteleri kendine özgü dili olan ‘’Lunfardo’’ ile oluşturulmaktaydı. ‘’Kama Darbesi’’, ‘’Kırmızı Fener’’gibi tango isimleri o zamanın yaşam tarzını samimi bir şekilde yansıtıyordu. Arjantinli müzisyenlerin çeşitli nedenlerle Avrupa’ya gidip tango müziğini Paris’ten başlıyarak tüm Avrupa’ya yayması tangonun bir modaya dönüşmesini sağladı. Tangonun, Buenos Aires’in eğlence ve kültür merkezi olan Calle Coriente’de kabul görmesi aradan bir sürenin geçmesini ve Avrupa’da tangonun yaygınlaşması ile mümkün oldu.

Öfke, hüzün,kıskançlık, düş kırıklığı duygularını işleyen 1895-1905 yılları arasında Tango Criollo, 1905-1917 yıllarında Tango Porteno adıyla anılan müzik 1917 yılından itibaren Tango Argentino ismiyle tüm dünyaya adını duyurmaya başlamıştır.

Tango denilince sanırım ilk akla gelen isimlerin arasında Carlos Gardel bulunuyor. Carlos Gardel ilk tangosunu, argodan uzak ve şiir dizelerinden oluşan Mi Noche Trieste(Kederli Gecem)’yi seçkin insanların huzurunda bir tiyatro salonunda 1917 de söyledi ve halkın gönlünde taht kurdu. Gardel 1935 de henüz kırkbeş yaşındayken bir uçak kazasında hayatını kaybettiğinde halkın sevgilisi olmuş ve ölümsüzleşmişti. Küba’da bir kadın ölüm haberini alır almaz acıya dayanamayıp intihar etmişti. Onun adına ve gülümseyen resimlerine müzikle ilgili her yerde, lokantalarda, manav dükkanlarında rastlamak mümkün.1977 yılından bu yana düzenlenen Tango günü, Carlos Gardel’in anısına her aralık ayının 11’de bütün dünyada kutlanıyor.

Şöyle derin bir nefes alıp, gözlerimizi kapatıp Kederli Gecem’e kulak verelim mi?

Ruhumda derin bir yara

Ve kalbimde bir diken

Bırakarak beni terk eden

Kadın

Bilyordun

Ateşli bir rüyam olduğunu

Yok tesellim artık

Unutmak için aşkını

Odamda her şey dağınık

Hüzünlü ve öksüz

Ağlamak istiyorum

Kimsesiz

Resminin önünde

Kalarak saatlerce

Avunmak için.

Aynı renkli fiyonklarla

Bezenmiş, küçük şişeler de

yok artık odamda.

Ağlarmışcasına nemli ayna

Aşkının yokluğuna.

Kapayamıyorum kapımı,

Yatarken gece.

Böylece,kuruyorum hayalini

Dönüşünün.

Gözlerim mate içmekten sarhoş,

Sanki sen yanımdasın,

Bilebilseydin eğer,

Hüznünü, yatağımızın.

Elbise dolabında

Asılı duran gitar, hala eski

Yerinde

Beklerken çalınmayı

Odamdaki lamba bile

Duyarak yokluğunu

Ve çağırarak seni,

İstemiyor ışıtmak

Bu kederli gecemi.

Yolunuz düşerse Buenos Aires’te Carlos Gardel Müzik Salonunda müthiş ve de nefes kesici tango gösterisini izlemenizi öneririm. Yemekte alabilirsiniz, tavsiye ederim. Servis çok iyi.Tabii hepsinden önemlisi hüznün, kıskançlığın, hüsran ve öfke duygularının işleniş biçimi ve had safhada insanı sarıp sarmalayıp içine alması. Kendinizi sahneye atıp akışın bir parçası olmak istiyorsunuz. Orkestrada çok başarılıydı; Astor Piazzolla’nın müziği repartuvarda ağırlıklı yer almıştı. Viyolanın en çok uyduğu müzik türü tangoymuş gibi geliyor bana. Ne dersiniz?

Şehrin birbirinden farklı ‘’Barrios’’ denilen semtleri çok davetkar, hani bir anda insanın şehrin bir mahallesine yerleşesi geliyor. Sükunet hareketlilik, hüzün neşe, fakir zengin, ümit endişe, heyecan-atılganlık çekingenlik serpilmiş gibi, sağa sola. Bitki örtüsü oldukça yaygın, parklar gözünüzü yeşile doyuruyor.

Palermo birbirinden güzel parkların ve Japon Bahçesinin, hipodrum, hayvanat bahçesinin yer aldığı bir semt. Parkın yakınında çeşitli müzeler ve zengin ailelerin yaşadığı mahalleler bulunmaktadır. İlginç olan Güney Amerika’nın en büyük cami de Palermo’da bulunuyor. Kral Fahd adını taşıyan cami 1986 yılında hizmete girmiş. Kral Fahd Camiine ilaveten Ahmet Cami ve Tavhid Camii ile şehirdeki toplam cami adedi üçe ulaşmıştır. Şehirde oldukça büyük müslüman cemaatının bulunduğu söyleniyor.1989 yılında devlet başkanı seçilen Dr. Carlos Saol Menem de Suriye kökenli müslüman bir ailenin mensubudur. Menem’in aynı zamanda ‘’El Turco’’ olarak anılmasının hikayeside şöyle: Birinci Dünya savaşı sırasında Osmanlı topraklarından göçen Araplar ve azınlıklar Arjantin’e Osmanlı pasaportu ile giriş yapmışlardır. Arjantin’lilerde bu göçmenleri ‘’El Turco’’ şeklinde isimlendirmişlerdir. 1946 yılında devlet başkanlığına gelen Juan Domingo Peron ve eşi Eva Mısır devlet başkanı Cemal Abdulnasır, Endenozya Devlet Başkanı Sukarno ve Filistin Liderleri ile yakın ilişkiler kurmuşlardı. Eva Peron’da ülkedeki müslüman, Arap nüfusa çok yakınlık göstermişti. İspanyolca birçok kitabı Arapça’ya tercüme ettirtip Arap ülkelerine göndermiştir. İlginçtirki Eva Peron ağır hastalığa yakalandığında 8 Aralık 1951 tarihinde Şişli Camiinde mevlüt okutulmuştur. 10 Aralık 1951 tarihli Vatan gazetesindeki haber şöyle: İstanbul’daki Arjantin konsolosu ‘’ Nasılsa inandığımız Allah bir, dinlerimiz ayrı olsa ne çıkar ki? Mevlütten sonra ilk işim, Arjantin’e telgrafla hadiseyi bildirmek olacak’’ dedi. Şişli Camiindeki mevlüte Arjantin Konsolosluğu çalışanlarının yanısıra İstanbul’da yaşayan otuza yakın Arjantin’linin de katıldığı, hatta Arjantinli kadınların başlarını örttükleri, tümünün bağdaş kurup ellerini göğe doğru yükselttikleri, huşu içinde dua ettikleri görülmüştür. Şişli Camisi Eva Peron hayranları ile dolup taşmıştır. Nereden nereye?

Şehrin en pahalı semti olan Recoleta’da zengin kesim yaşamaktadır. Eva Peron’un gömülü olduğu mezarlık ( ölümü 26 Temmuz 1952, 33 yaşında) Yunan tarzı kolonlarından oluşan heybetli girişi olan Recoleta Mezarlığında yer almaktadır.Bu mezarlıkta şaşalı anıt mezarlar bulunmaktadır.Yakındaki Museo Nacional de Bellas Artes (Ulusal Sanat Müzesi) Arjantinli sanatçılara ait 19. ve 20.yy tablolarından oluşan eşsiz bir koleksiyonun yanısıra Renoir, Rodin, Monet, Toulouse-Lautrec ve Van Gough tablolarınada sahiptir. Mezarlığın hemen doğusunda yer alan Buenos Aires Design merkezi ev dekorasyonu açısından çok etkileyici tasarım ve eserleri barındırmaktadır. Ulusal Sanat Müzesinin kuzey doğusunda Floralis Generica adında 18 ton ağırlığında çiçek şeklinde bir heykel bulunmaktadır. Bu eser Arjantin’li sanatcı Eduardo Catalano tarafın tasarlanmış olup heykel çicek gece kapanmakta sabah açılmaktadır.

Retiro semtindeki Galerias Pacifico adındaki dev alış veriş merkezi Pasifik Demiryollarının tarihi istasyonunda hizmete girmiştir. Şatafatlı tavanları, fiskiyeleri ve lüks mağazaları ile dikkati çekmektedir.

Galerias Pacifico’nun yedi blok güneyinde bulunan Plaza de Mayo (Mayıs Alanı) nun ismi 25 Mayıs 1810 devrimiyle gerçekleşen Cumhuriyet idare şeklinin kurulması ile anılmaktadır. Her Perşembe Piramide de Mayo’nun etrafında 1970’lerde kaybolan otuzbin kişinin anısına anneleri toplanmaktadır. 1711 de inşa edilen Cabildo hükümet binası olarak hizmet vermiştir.Günümüzde bu binada resim, harita, silah, madalya kolleksiyonları sergilenmektedir. Mayıs alanının karşısındaki Casa Rosada ( Başkanlık Sarayı) da devlet başkanın ofisleri bulunmaktadır. Eva Peron dahil liderler halka bu binanın balkonlarından hitap edip desteklerini istemişlerdir. Mayıs Alanının hemen kuzey kanadında 1823 yılında inşa edilen Catedral Metropolitan (Katedral) bulunmaktadır. Arjantin’in kurtarıcı kahramanı Jose de San Martin’in mezarı buradadır. Mayıs Alanı’nın batısında, Avenida de Mayo (Mayıs Bulvarı)’nun sonunda Washington, D.C. deki Kongre Sarayına benzetilip inşaatı 1906 tamamlanmış olan Palacio del Congress (Meclis Binası) yer almaktadır. Mayıs Bulvarı 829 numaralı binada 1858 yılından beri hizmet veren daha ziyade sanatçıların buluşma mekanı olan meşhur Cafe Tortoni bulunmaktadır. Cafe’nin arka bölümündeki salonda akşamları Tango gösteriler sunulmaktadır. Bu salonun girişinin hemen önünde çok özel bir köşe dikkatinizi çekecek: bir masanın etrafında koyu sohbete koyulmuş Jorge Luis Borges(şair,öykü ve deneme yazarı) Carlos Gardel, Alfonsine Storni (şair) ve seksy Tito Merello (film yıldızı, şarkıcı ve tango dans ustası)’ yu göreceksiniz. Sizde sohbete katılmak isteyeceksiniz ama yüz bulamayacaksınız, israr etmeyin, izleyin ve dinleyin. Sohbetin etkisinde kalacaksınız, ana dönmek için iyisimi kendinize bir ‘’cortado’’ ( az sütlü orta sertlikte bir kahve) ısmarlayıp sunum şölenini izlemenizi öneriyorum: Garson önce gümüş bir pecetelik, ardındanbir bardak soda, küçük metal bir tabakta üç adet acıbadem kurabiyesi, küçük bir bardakta kahve ve en sonunda da gümüş bir sütlük koyuyor. Eh, afiyet, şeker bal olsun. Tortoni’den ayrılırken Borges’e, Gardel’e, Storni’ye Merello’ya uzaktan el sallamayı unutmayın, ‘’Adios!’’

Mayıs Bulvarını kesen 16 şeridli, 140 metre genişliğindeki dünyanın en geniş bulvarı olan 9 Temmuz’un (ismini ülkenin bağımsızlığına kavuştuğu 9 Temmuz 1816 tarihinden almaktadır) ortasına sehrin 400. yıl kuruluşunun anısına bir dikilitaş konulmuştur. Dikilitaşın hemen iki blok kuzeyinde uluslararası sanatçıları ağırlıyan Teatro Colon (Opera Binası) bulunmaktadır. Üç mimarın 18 yıllık çalışması sonucu 1908 de hizmete açılmıştır.

San Telmo, Mayıs Meydanı’nın güneyinde, sanatcıların yaşadığı bir bölgedir. Uzun yıllar gözde bir bölge olan San Telmo’da baş gösteren sarı humma salgını, semt sakinlerinin Recoleta’ya göç etmesine neden olmuştur. Gidenlerin yerini dar gelirli aileler ve göçmenler almıştır. Eski eşya satan dükkanlar yaygındır. Pazar günleri Dorrego Meydanında tango yapan çiftleri izleyebilirsiniz. Güneydoğu istikametinde sadece iki blok yürüyerek Dali ve Picasso’nun eserlerinin sergilendiği Museo de Arte Moderno (Modern Sanat Müzesi)’yu ziyarat edebilirsiniz.

İtalyan göçmenler tarafından kurulmuş olan La Boca (ağız anlamına geliyor) şehrin en renkli köşelerindendir. Rengarenk boyanmış olan prefabrik görüntülü binalar zevkli bir renk cümbüşü oluşturmuştur. Bir taraftan yemek yiyip bir taraftanda tango yapabilirsiniz. Fırsat bulduğunuzdada galerilere uğrayıp Arjantinli ressamların eserlerini makul fiyata alabilirsiniz. Maradona’nın da oynadığı ünlü Boca Juniors takımının stadyumuda buradadır.

Hem yemek hem gezmek amacıyla Puerto Madero’ya (tahta rıhtım) gitmeye değer. Limandaki eski depolar restore edilerek konut ve ofis binaları haline getirilmiştir. Eski başkanlardan Sarmino’nun adını taşıyan müze gemi ve ünlü İspanyol mimar Calatrava’nın tasarladığı köprü muhakkak görülmelidir.

Uzun yürüyüşlerden sonra dinlenip soluk almak istediğinizde bir cafeye yerleşip mate bitki çayı ısmarlıyabilirsiniz; sukabağına benzer içi oyulmuş küçük kapların (calabaza) içinde sunulan çay, metal/gümüş kamış (bombilla) ile içiliyor. Bakalım damak tadınıza uyacak mı? Bir Arjantinli yılda ortalama beş kilo mate tüketiyor!

Arjantin’de başkanlık seçimlerini kazanıp görevi geçen ay Devlet Başkanı kocası Nestor Kirchner’den devralan Cristina Fernandez ülkenin ilk kadın devlet başkanı olarak tarih sayfalarında yerini aldı. Bakalım epeyce acı çekmiş halkından ne not alacak?

Bir ilgiç bilgiyle huzurunuzdan ayrılıyorum: Buenos Aires’teki Dr. Jose T. Borda Mental Hospital isimli ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden 15 yıldır yayın yapılıyormuş. Adı İspanyolca’da Deli Radyosu anlamına gelen radyonun oniki milyon civarında dinleyicisi varmış.Bu radyo sayesinde birçok hasta iyileşmiş.

Önceliklerinizi bir an önce gözden geçirin bence, biran önce biletlerinizi ayarlayın, isterseniz tek yön alın, ilk durak Buenos Aires, ikinci durak Havana. Ne dersiniz?

Yolunuz açık olsun.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
İşaretli alanlar zorunludur:*

*