© 2012 admin. All rights reserved.

Budapeşte

Kahramanlar Meydanı’ndaki yapıları karşımıza aldığımızda, sol tarafımızda 1906 dan beri hizmet veren Güzel Sanatlar Müzesi bulunmaktadır. Binayı iki mimar projelendirmiştir: Albert Schicedanz ve Fülop Herzog. Yüz yirmi binden fazla eseri barındıran müzede çok zengin bir İspanyol sanat kolleksiyonu yer almaktadır; El Greco ve Goya’nın pek çok yapıtı bulunmaktadır. Cezanne, Pissaro, Monet, Gauguin, Renoir ve Rodin’in eserlerinin yanı sıra, karakalem ve mürekkeple yapılmış çizimlerden oluşan çok zengin desen kolleksiyonları, müzenin duvarlarını süslemektedir.

Kahramanlar Meydanı’nın arkasında, içinde pek çok önemli yapıyı ve mekanı barındıran Kent Parkı yer almaktadır: Szechenyi Kaplıcası, Vajdahunyad Şatosu -şato 1896-1908 yılları arasında Macar mimarisinde kullanılmış tüm tarzları bir yapıda biraraya getirme düşüncesiyle ortaya çıkmış, mimarı Ignac Alpar- Tarım Müzesi, Ulaştırma Müzesi , Gundel Lokantası, Hayvanat Bahçesi.

Buda tarafında Özgürlük Köprüsü’nün devamı olan Bela Bartok Caddesi’nde güneybatıya doğru yol aldığınızda Balatoni ile Szabadkai caddelerinin kesiştiği noktada çok ilginç bir park yer almaktadır: Heykelli Park ( Szoborpark). Park – Müzenin özelliği Sovyet rejiminin hakim olduğu yıllarda Budapeşte’ye dikilmiş olan heykel ve anıtların yerlerinden sökülerek hepsinin bir arada tek bir mekanda sergileniyor olması. İşte Kral Stefan’ın asırlar önce halkına aşıladığı hoşgörünün Macarlar tarafından nasıl içselleştirildiğinin bir kanıtı bu park – müze. Karl Marx’ın, Friedrich Engels’in, Lenin’in, Dimitrov’un, Ostapeko’nun heykelleri , Sovyet Asker Anıtı, Komünist Şehitler Anıtı ve diğerleri ile birlikte 1993’ün sonbaharından beri yeni mekanlarında toplu gösterim halindeler.

19. yüzyılda restore edilen bizans-mağribi tarzındaki Büyük Sinagog iki soğan şekindeki bakır kubbesi ve 3000 kişilik kapasitesiyle Avrupa’nın en büyük sinagogu olarak bilinmektedir. Modern Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl (1860-1904) sinagogun bulunduğu mahalledeki bir evde dünyaya gelmiştir.

Rönesans tarzında inşa edilmiş olan Opera binasının tasarımcısı ünlü Macar mimar Miklos Ybl ‘dır. Macar milli marşının da bestecisi olan Ferenc Erkel’in yönettiği bir konserle 1884’de hizmete açılmıştır. Bina girişindeki iki heykelden biri Ferenck Lizst’e diğeri Ferenc Erkel’e aittir. Binanın cephesinde ayrıca on altı ünlü bestecinin heykelleri bulunmaktadır. Nal şeklindeki üç katlı salonun tavanında Karoly Lotz’un (1833-1904) Tanrıların Evi Olimpos adlı resmi bulunmaktadır. Binanın kapasitesi 1200 kişidir. Opera binasında konser yönetmiş ünlü müzisyenler arasında Mahler ve Puccini de vardır. Mahler iki yıl boyunca Opera nın yöneticiliğini yapmıştır.

Blaha Lujza Meydanına oldukça yakın olan New York Cafe’nin bulunduğu bina, 1894 yılında New York Sigorta Şirketi’nin Budapeşte şubesi olarak hizmete açılmış. Cafe 1900 lü yılların başında dünyanın en güzel, en hareketli ve en büyük kahvehane-lokantalarından biri olarak ün salmış. Sinemacıların, aktörlerin uğrak yeriymiş; akşamları kadın akrobatların ve müzisyenlerin gösteri mekanına dönüşürmüş. Eski günlerin zihnimizde kalan resimlerinden hayal gücümüzün elverdiği kadar canlandırmalar yapabilmek için uğramaya değer bir mekan bence.

Lİzst Meydanı’nda Ferenc Lizst Müzik Akademisi bulunmaktadır. 1895 de kurulan Akademi’nin girişinde, aynı zamanda akademinin ilk başkanı olan ünlü bestecinin bir de heykeli bulunmaktadır. Bugüne kadar Reiner, Bartok, Kodaly, Dohnanyi, Szell, Ormandy, Solti ve Dorati gibi büyük besteciler ve şefler yetiştirmiştir akademi. Dünyanın en iyi Lizst yorumcularından, piyanist Christina Kiss de akademi mezunu olup, Lizst’in binden fazla eserini nota olmaksızın ezberinden çalabilmektedir. Macar asıllı sopranolar Eva Marton ve Sylvia Sass da eğitimlerin, bu akademide görmüşlerdir. Art nouveau tarzında inşa edilen bina 1907’de hizmete girmiştir. Binanın iç süslemeleri muhteşemdir. 1200 ve 400 kişilik olmak üzere iki salonu bulunmaktadır. Lizst Haziran 1847’de İstanbul’da iki konser vermiştir; birinci konser sarayda ikinci konser ise Büyükdere’de deniz kıyısındaki Avrupa Oteli’nde olmuştur. Lizst’i İstanbul ziyareti sırasında, piyano fabrikatörü Alexandre Kommendinger Beyoğlu, Nuruziya Sokak No. 19 daki evinde misafir etmiştir.

Budapeşte’de 1866’da kurulan atlı tramvay sistemi yerini 1887’de elektrikli tramvaya bıraktı. Budapeşte Metrosu kıta Avrupa’sının ilk metrosu olup 1896’da hizmete girmiştir. Metro müzesinde 1896 yıllında hizmet vermiş vagonları görebilirsiniz. Bugün 40 km. ye yakın metro hattı vardır kentte.

Tuna , Budapeşte’den sonra kuzeye doğru uzanırken batıya yönelir ve u cizip güneye daha sonra kuzeye döner ve arkasından batıya yönelir. Kuzey ve daha sonra batı yönünde günübirlik ziyaret ile Budapeşte dışında üç önemli kasabayı ziyaret edebilirsiniz: Szentendre- heykel ve kabartmalarıyla Margit Kovaç Müzesi çok ünlüdür; Visegard-4. yüzyılda Romalıların, 19. yüzyılda Slavların yerleştiği bir kasaba, Papa IV. Sixtus (1414-1484) tarafından yeryüzündeki cennet olarak nitelendirilmiş; Estergon-1543 ile 1683 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kaldı. Kale Tepesi’ ndeki Katedral Macaristan’ın en büyük kilisesidir.

Budapeşte ile ilgili gezi notlarımı böylece tamamlamış bulunuyorum. Bir daha gider misiniz diye sorarsanız cevabım “büyük bir zevkle” olacaktır. Bir dahaki sefer kendimi yollara vururum diye düşünüyorum. Hedefsiz, haritasız cadde ve sokakalarda yürürüm sanırım; biraz boyun tutulmasından muzdarip olabilirim ama çok çok değer…niye diyeceksiniz; Budapeştenin binaları o kadar estetik, o kadar zarifki ve her biri öyle farklıki sanki insan yüzü gibi… her birinin farklı hikayesi var anlaşılan, o hayat hikayeleri işte yüzlerine yansımış.

Şimdi de Türkiye ile Macaristan arasındaki bazı tarihi bağları sizinle paylaşmak istiyorum:

Budapeşte’de uzun ve geniş Rakoczi adında bir cadde var. Bu cadde ismini soylu bir ailenin isminden almış. Kral II György Rakoczi’nin oğlu Ferenc Rakoczi, 1670’de ülkesini egemenlik altına almış olan Avusturyalı Habsburg yönetimine karşı bir ayaklanma başlatır. Ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanır. Rakoczi ülkesini terketmek zorunda kalır ve uzun yıllar Polonya, İngiltere ve Fransa’da yaşar. Sultan II. Ahmet’in davetini kabul eden Rakoczi , bereberinde generalleri ve diğer yöneticileri olmak üzere İstanbul’a gelir. İki yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra 1720’de Tekirdağ’a yerleşir. 15 yıl da Tekirdağ’da yaşayıp 1735’de ölür ve Rum mezarlığına gömülür.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
İşaretli alanlar zorunludur:*

*